30 Ekim 2006

Bence Honne ve Tatemae

Japonlarla iş için biraraya gelenler Japonların yüzlerindeki ifadesizlikten, evet/hayır yanıtlarındaki çelişkilerden gittikçe uzayan ve sonu gelmeyen müzakerelerden dert yanarlar. Hatta bu durum şimdilerde Batıda okutulan pek çok kültürlerarası işletme kitabının da konusudur.

İş toplantılarında gerçek niyetleri, düşünceleri açık etmemek tabii yalnız Japonlara özgü değil. "Poker-face" (poker yüzü) denen "elindeki kağıtları açık etmeme" aslında kesinlikle tavsiye edilen bir davranış. Peki neden Japonlara özelmiş gibi algılanıyor?

Bence yalnız iş hayatında değil gündelik yaşamlarında da bu davranışın, "honne-tatemae"nin genel insan ilişkilerinin bir parçası olması Japonları özel yapıyor. Honne kişinin kendi özel duyguları ve düşünceleri demek. Tatemae ise kişinin dışarıya vurduğu "zevahiri" duyguları ve düşünceleri. Kestirme düşünenler hele de biz Türkler için olay biraz ikiyüzlülük, harbi olmama diye düşünülebilir. Ama her kültürle ilgili meselede olduğu gibi, bir kültürde geçerli olan değer yargıları, diğerinde hiç bir anlam ifade etmiyor, ya da tam tersi etki yapıyor.

Honne ve tatemae de aslında mutlak değil karşıdaki insanın samimiyetine göre değişiyor. Ne kadar honne olsa da 100.000% samimiyet olamayabiliyor. Bazen insanların yalnızca kendinde sakladığı 100.000% gerçek düşünceleri duyguları olabiliyor. Bu yüzden işte görünüz ya da yüzeysel tepkilerin değerlendirmesi aldatıcı sonuçlara yol açabilir.

Peki bu Japonlara da uğraşılmaz deyip bırakmak mı gerek? Hayır, aslında çok zor değil. Karşıdakini dinlemek, dinlemek ve dinlemek, dahası yüz ifadesini, hal ve davranışlarını da adeta "dinlemek" gerekli. Alkollü toplantılar Batıda ve bizde olduundan daha da fazla bu "karşılıklı açılma, anlaşma" amacı için kullanılıyor. Yani son zamanların değimiyle "nominyukeishon" (nomu=içmek+communication).

Tabii herkes böyle değil, unutmamak gerek. Kişiye göre, ya da yerel özelliklere göre honne-tatemae dereceleri değişebiliyor.

Bu konuyu şirkette hergün gözlüyorum da, aklıma oradan geldi. Japonca bilmeyen ve bu konuda çok acemi olan Amerikalılar bazen çok çaresiz gözüküyor da.

24 Ekim 2006

Bayramınız Kutlu Olsun:)


Özellikle vatandan ayrı olanlarımız için (başka söze gerek yok):

YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR

Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...


Nazım Hikmet
Prag, 8 Nisan 958

19 Ekim 2006

Japonya'da ırkçılık

Kendi imkanlarıyla ev aramaya kalkan her yabacı bilir ki, ev sahipleri ve emlakçılarda ırkçılık had safhadadır. Son zamanlarda durum biraz düzelse de, temel sorun bence aynı. Hele Asyalılar ve zenciler için durum içler acısı.

Bazen dolubir trende yanıniz boşken bile kimse oturmaz, yan gozle bakarlar, ama ayakta kalmayı tercih ederler.

Şimdi şu haber gözüme çarptı: Plaintiff gets redress but not for racial bias. Haberden alıntı yaparsak, "McGowan testified that he was standing on the street with a friend looking at glasses in the front window when Narita shouted at him to leave, telling him he hated black people. Narita also told the court that he hated black people. The Osaka District Court ruled against McGowan in January, claiming there was no evidence of racial discrimination and it was questionable whether McGowan's Japanese language ability was sufficient to understand what Narita had said. The high court avoided ruling whether Narita's words and actions were racially discriminatory, but said it recognized that the remarks were illegal." Yani zenci adam dükkanın önünde arkadaşlarıyla duruken, Japon çıkmış, çekilsene, zaten zencilerden nefret ederim, demiş. Yerel mahkeme zencinin Japoncasınin ne dendiğini anlamaya yeterli olmaya bileceğini söylemiş, yani delil yetersizliği. Ama Japon mahkemede bile zencilerden nefret ettiğini kabul etmiş.Yüksek mahkeme hakarete karar vermiş, ama ırkçılık olup olmadığına değinmemiş.

İste böyle gariplikler de oluyor. Irkçılığı kabul de etmezler, yapıp ettikten sonra bile.

18 Ekim 2006

Ghibli film müzikleriyle anlık kaçışlar

Stüdyo Ghibli yalnız eşsiz güzellik ve saflıktaki filmleriyle değil, animelerdeki müzikleriyle de sevilir. Ghibli ile link ve bilgi internette oldukça fazla, ama Wikipedia her zamanki gibi iyi bir başlangıç.

Geçenlerde birden Prenses Mononoke (Princess Mononoke, Mononoke Hime) ana temasını hatırladım. Ve şimdi cep telefonumda. Akşam eve dönerken ıssız sokakta dinlerken tüylerim ürperdi. Film müzikleri Jou Hisashi'ye ait. Seslendiren Yoshikazu Mera (kendisi kontrtenor). Bulursanız tavsiye ederim. Bana filmin geçtiği yarı karanlık, ağaçların yosun tuttuğu nemli ama serin ormanları hatırlatır.

Japonya nükleer silah yapar mı?

Kısa yanıt bence yapmaz. En azından şu anda. Japonya atom bombasının gazabına uğramış ilk ve tek ülke olduğu için, kolayca missilleme, nükleer silahla tehdit yoluna gitmez. Halk desteği pek olmaz.

Bu konu nerden çıktı derseniz, bu günlerde Kuzey Kore ile yatıp kalkıyoruz da. Bu işin sonu belli değil. Kim İl Jong manyağın biri, adamı kimse kontrol edemiyor. Sonumuz hayırlı olsun.

17 Ekim 2006

Japonun yabancılara fazla bulaşanı

Japonların hic yabancılara bulaşmadan yaşayan ve dolayısıyla dünyadan habersiz olduğu için iletişim kurması zor olanı (ülkenin geneli göz önüne alınırsa) boldur. Bazen hala ülkenin dünyaya kapalı olduğu Edo Devrinde zannederim kendimi.

Gariptir, çok azınlıkta olan bir gruptan da aynı şekilde çekerim bazen: yabancılarla bir süre iç içe yaşayan hatta bir süre yurtdışında kalanlar. İlk defa tanışmamıza rağmen aşırı rahatlardır, Japoncaları benim kabalık diye hissetmeme yol açacak kadar teklifsizdir. Herkes değil ama. Amerika ve Australya'da yıllarca değil, nispeten kısa süre kalanlar, aileleri (benim gözlemlerime göre) biraz sonradan görme ya da "düşuk sınıftan" olanlarda bu belirgin. Belki yabancı kültürü tam içlerine sindiremedikleri için. Yani sindirecek kapasiteleri, alt yapıları olmadığı için.

Dün bir partide bir tiple tanıştırıldım. Daha ilk cümleden yakın tanışlar için kullanılan sözcüklere, jestlere geçti. Baştan sinir oldum yani. (İlk defa tanıştığınız biri hemen sizinle senli benli, el ense olsa ne hissedersiniz?) Adamın Türkiye'yle ilgili hiç bilgisi olmamasına rağmen, illa bana Türkiye'nin Fas'la ne kadar benzer olduğunu söyletecek. Gerekçesi de İslam ülkesi olmamız. Ben de "eh Vietnam'la Japonya'nın benzediği kadar, ne de olsa ikisi de Budizm'in hakim olduğu ülke" deyince en sonunda bozuldu ve sustu. "Normal Japonlar" bilmedikleri konuda bu kadar tutturmazlar.

Benzeri şeyleri benzer tiplere daha önceden de yaşadığım için, genelleme yapmadan edemedim.

15 Ekim 2006

NHK Türkçe derslere başladı


NHK, Japonya'nın TRT'si sayılır. Ama yapısı sanırım BBC gibi, doğrudan devlet kontrolu yok. Asya Dilleri başlığı altındaki seride Türkçeden önce Kanton Çincesi, Endonezyaca, Taylandca ve Vietnamca yayınlanmış. Bunlar Japonların Asya'da son zamanlarda çokca ziyaret ettikleri yerlerin dilleri.

Türkçe de diyerleri gibi 12 programlık kısa dersler olarak planlanmış. Ben de seyrediyorum. Gerçekten çok hoş. Programın sunucusu Müge Yahşi Hanım çok doğal ve başarılı. Kendisini kutlarım.

Aslında dersler kısa ve pratik konuşmaya yönelik olduğu için belki Japonların gözünden kaçacak nokta, Türkçenin gramer olarak Japonca'ya ne kadar benzer olduğu. Japonca konuşmak Avrupalılar için bu kadar zorken bizim için (kelimeleri öğrendikten sonra) oldukça kolay. Japonlar için de Türkçedeki sesleri kaptıktan sonra nispeten kolaymış.

Benim bu "Asya Dilleri" başlığı çok hoşuma gitti. Asyalı kimliğimizden adeta neden utandığımızı hiç anlamamışımdır da.

12 Ekim 2006

Herkes evinin önünü süpürse

Bugün evden çıktığımda bizim yakınlardaki gaz fabrikasının çalışanlarının ellerinde maşalar ve çop torbalarıyla yollara döküldüğunü gördüm. Aslında her ayın ikinci Perşembesinde saat 8'de bunu yaparlar, ama ben uzun süredir işe biraz daha geç gittiğim için unutmuştum.

Fabrikaya giden yoldaki buyuk kuçuk çöpleri topluyorlardı. Zaten genelde herkes dükkanının önünü süpürür. Evinin de.

Bizde bazı dükkanlar "sular". Herkes evinin önünü süpürür mü? Siz ne dersiniz?

09 Ekim 2006

Bugün Japon cenazesindeydim


Tatilden döneli bir hafta oldu. Uçakta birileri öksürüp duruyordu. Ben de kaptım. Bugün toparlandım. Derken bir arkadaşın babası vefat etti. Türkiye'ye gitmeden önce ani beyin kanaması geçirmişti. En son Temmuz başında arkadaşın evinde havai fişek gösterileri için toplanmıştık. 4-5 yıl önce ilk karşılaşmamızda Türk olmama sevinmişti. "Japonya'nın uluslararası" hale gelmesinden, Osmanlılardan Selçuklulardan konuşmuştuk. (Her eğitimli Japon gibi bu konuları iyi biliyordu.)

Neyse siyahlarım hazırdı. Parayı (kullanılmış 5000 yen) cenaze için özel zarfa koydum, adımı yazdım. Yola çıktım.

Cenaze için özel bir cenaze salonu kiralanmıştı. Resepsiyonda zarflarımızı teslim ettik, adımızı adresimizi yazdık. Sonra salona alındık. Sağda akrabalar, solda "tanıdıklar". Sahne gibi duran platformda büyük boy amcanın resmi, dekor (acaba Budist cennetinin tasfiri mi?), çelenkler, sunaklarda ayrı ayrı elmalar, portakallar, kavunlar. Tabut. Önde Budist rahip için ayrılmış bölüm, bize doğru da bizim seremonide yer alacağımız tütsülerin olduğu bölüm. Rahip geldi. Çan ve davulun da içinde olduğu (bizlerin anlamadığı) duasına başladı. (Sanırım dualar Sanskritçeden aktarma) Duasının belli yerinde törene katılanların katılımı başladı. Üçlğ sıralar halinde önce aileyi sonra katılanları selamladık, üç çift metal yuvarlak kap vardı. Sağdaki tütsü tozundan bir tutam alınıp, hafifçe yüz hizasına götürülüp dua edilip soldaki kaba koyduk. Sonra iki avcu yüz hizasında birleştirip dua. Soldaki kaptaki tütsü sonra topluca yakılacak. Ve son selamlamalar. Tüm bu olay boyunca rahip dua ve davul çalmaya devam etti. (Mezhebe göre fark edermiş.)

Aşağıdaki salonda içki ve yemek servisi yapıldı. Aile ile de biraz konuşma ve başsağlığı dileme şansı oldu.

Etrafta yer gösteren, bilgi veren hizmetliler vardı. Telaş yoktu, duygular maskelenmişti. İçimden bizim cenazelerin daha içten olduğunu düşündüm. Gerçi aile için belki daha kolay. Yine de fazla özenli bir seremoniydi.

M Amca huzur içinde yat.