13 Aralık 2006

Japonlarda sorumluluk duygusu

Yine geniş bir konu ama doğrudan konuya gireyim. Japonlar da mümkünse bir konuda sorumluluk almak istemezler, temelde. Ama eğer sorumluluk alınacaksa, yani başka çare yoksa, sonuna kadar da alırlar. Basında da çıktığı gibi sorumluluğun sonu intihara kadar gider bazen, özellikle de özel sektörde.

Halk geçmiş hükümetleri bu tür şeylerde sorumlu tutar örneğin: dış ilişkiler (K. Kore'ye kaçırılan konusunda yıllarda pasif kalındığı için, Çin'in ve ABD'nin dayatmalarına boyun eğildiği için) ve halk sağlığını tehdite eden ihmaller. (80'li yıllarda ısıtılmamış kan ürünlerinin, Amerika'da yasaklandıktan sonra Japonya'da hemofili hastalarına uzun süre verilmeye devam etmesi sonucu o zamanki hastaların %50sinin HIV'ye yakalanması olayı güzel bir örnek. Mahkeme 10 yıl sürse de, sonuçta devleti sorumluluk almaya mahküm etti. 90lı yıllardan beri HIV/AIDS hastalarının masraflarının büyük bölümü, bazen tamamı devletçe ödeniyor.)

Klasik bir Türk-Japon farkı. T.C. Başbakanı AB olayı için TV'de haksızlık falan gibi laflar edebiliyor Türkiye'de. Ne duygusal ve sorumsuzca! Burda olsa Japon Millet Meclisi (Diet) çınlardı: "Siz o parayı sokaktaki adamın söyleyip teselli bulacağı lümpen maazeretleri sıralamak için almıyorsunuz. Sonucu milletin hedeflediği şekilde milli çıkarlar doğrultusunda çıkarmak göreviniz. Maazeretleriniz de sizin sorununuz. Hak-mak göreceleridir, geçin bunları Avrupalılara herşeyi yıkarak sorumluluktan kaçamazsınız." Belki Dışişleri Bakanı istifaya zorlanırdı.

Japonya ile memleketimi karşılaştırmamaya çok özen gösteririm. Elma armut gibi birşey. Ama bazen öyle şeyler oluyor ki...Kendimi tutamıyorum işte.

11 Aralık 2006

Japonya'da Sonbahar

Onsen TapınağıOnsen TapınağıSonbahar
Shirogin RyokanShirogin Ryokan çayShirogin Ryokan


Japonlardan bazısı, şaşırtıcı olsa da dört mevsimin yalnız kendi adalarına özgü olduğunu sanır. İsrarla sorarlar, yanıt da "evet bizim taraflarda da dört mevsim vardır yani" olunca nedense çok şaşırırlar. (Hiç bir Türk'ün aklına böyle bir şeyi sormak gelmez herhalde.)

Dört mevsimle ilgili olarak ben aslında biraz onlara hak vermek başladım. Türkiye de dahil olmak üzere, pek çok yerde baharlar aslında biraz kısa. Geç geliyor çabuk bitiyor. Burda iklimden olsa gerek, baharlar olması gerektiği gibi 3er ay, hakkıyla.

Japonya sakuralarıyla ünlü olsa da benim zevkini çıkardığım mevsim Sonbahardır. Yapraklar Tokyo bölgesinde Aralık başına, hatta ortasına kadar yavaş yavaş sararır, ya da kızarır. Ama dökülmez. Hava yavaş yavaş soğur, yaprakları kopartacak fırtına yağmur pek olmaz. Renkleri için özellikle yetiştirilen ve dikilen iki ağacı severim: en üst soldaki kırmızısı momiji (Japanese Maple, Japon Akçaagaci), yanındaki sarı da Ichou(Ginkgo, Mabet ağacı).

Doğadaki renk bolluğunu görmek için başta Kyoto olmak üzere pek çok yere geziler düzenlenir. Doğanın sunduklarının tadını yavaş yavaş çıkarmayı severler, Japon kültürünün ana temalarından biri daha.

04 Aralık 2006

Dev yengençler

Yengec akvarymuYengec Kalesi konseri
Kenraku-enHigashi-yama

Tokyo'da sokaklarda gezerken bazı restoranların tabelalarının yanında dev yengenç maketleri görülür. Bunlar iki adam boyu kadar vardır. Daha da korkuncu bacakları ve kıskaçlarının otomatik hareket etmesidir. Uzaylı yaratık ya da mutasyona uğramış dev örümcek gibi şeyleri bu boyutta görmek beni açıkçası ilk başlarda çok korkutmuştu. Üstelik hiç de iştah açıcı değil diye düşünmüştüm.

Hala daha bu reklam metodunun değerini çok anlamış değilim. Japonlar benim gibi korkup ürkmüyorlar herhalde. Tam dersi çok lezzeli buluyor belki bu dev maketlerin çağrıştırdıklarını.

Lezzete gelince ikna oldumu söyleyebilirim. Kışın yengeç piyasaya çıkar ve her sene yazın kendini özletir. Bir arkadaşın dediği gibi, o kadar zırh, alet edavat bir işe yaramaz, penseler ve tığ gibi özel aletlerle o kabuklar kırılır, beyaz yengenç eti sıyrılır ve çoğunlukla limonlu sosa batırılıp ağza atılır. Kömür ateşinde pişmişi, tempurasi, haşlanmışı, çiğ olarak (sashimisi) hep iyidir.

Fotoğraftakiler sırayla: Tokyo'da bir restoranda akvaryumdaki dev yengeç, pişmiş haliyle benim yememi bekleyen yengeç bacakları, Kanazawa'da balıkçı tezgahında yengeçler.

28 Kasım 2006

AB-Türkiye-Japonya

Japon arkadaşlar bana bazen Türkiye'nin AB macerasıyla ilgili sorarlar. Bazen bir süphe hissederim sorularında, çünkü Japonya'dan bakınca Türkiye Avrupa'lı (gibi) ama Batı Asya'dan egzotik bir ülke. Yani Orta Doğu'nun Batılılaşmışı. Çok da yalan değil bence.

Benim kalıplaşmış yanıtım, Türkiye'nin kültürel anlamda Asya'ya yakın, ama siyasi olarak Osmanlı'dan beri Avrupa'nın bir parçası olduğuyla başlar. Sonra da Avrupa'lıların biraz içten pazarlıklı olduğu ve Türkiye'ye karşı dürüst davranmadığıyla devam eder. Bu da Japonların Avrupalılarla ilgili genel kanısından çok uzak değildir. Yani konu tatliya baqlanır.

Japonlara bu konuyu anlatırken en zorlandığım konu bizim toplum psikolojimiz. Avrupalı olmak kavramının tam olarak kafam(ızda) açık olmaması. Bilindiği gibi Japonya'nın Meiji dönemi Tanzimat'la aynı döneme denk gelir, benzer süreçlerden geçer. Biz kendimizi "medeni" yapmanın çozümünün "Avrupalı" olmakta düşündük. Japonya 2. Dünya Savaşı öncesi bu ikilemi reddedip Batılı devletlere alternatif olmayı seçti ve militarizmle bunu kanıtlamaya çaliştı. Savaş sonrasıysa hızlı kalkınmayla alternatifi yakaladı, ya da öyle düşünüldü.

Bu durumda Japona, "yaaa, aslında biz Asyalı hele de Orta Doğulu olmaktan aslında hiç hoşlanmayız, Avrupalı olduğumuzu kanıtlamak istiyoruz" demek zor. "Asyalı hele de Orta Doğulu olmanın neresi kötü" diyebilirler haklı olarak. Kore, Malezya, Singapur, Vietnam ve Tayland Asyalı değerlerini satacak fırsat arıyorlar her şeyde. Japonlar da hem Asyalı hem Japon adalı olmaktan memnun.

Duygusal tabanlı "Avrupalı olmamız buna bağlı" lafını değil, elde edeceğimiz uzun vadedeki cıkarı Japonlara anlatmak istiyorum, ama zor...

AB'ye girMEMEyi savunmuyorum, şahsen. Ama koşullanmalarımızı sorgulamaktan yanayım. Japonlar ile bu konuları konuşurken kendi koşullanmışlığımı farkettim. Hala da bu koşullanmışlık devam ediyor. Sorgulamadan gündem dolduruluyor, ama halk bilgilendirilmiyor.

Örneğin, bugüun Milliyet'te Güneri Cıvaoğlu'nun şöyle bir cümlesi var: "...Ardından genel seçimler geliyor... 150 yıllık Avrupalılaşma sürecinde makas değiştirmek, yani AB'ye yüz çevirmek, bu seçimin kampanyası olacak gibi görünmekte... 150 yıllık çınar kesilir mi?" AB'ye girmemek Avrupalı olmamak mı demek? (Avrupalı olmanın anlamını bir yana bırakırsak.) AB'nin websitesinde üye olmayan diğer Avrupa ülkeleri var, en belirgin isimlere bakarsak: İzlanda, Norveç ve İsviçre. Bunlar ekonomik ve politik açıdan AB'nin siyasi birliğine girmenin yararlarına olmadığına karar vermiş Avrupa ülkeleri.

Sonra son zamanlarda basında çıkan Doğu Avrupa ülkelerinin durumu var. AB İrlanda, Yunanistan, Portekiz ve İspanya katıldığı zamanlardaki AB değil. Yardım az, serbest dolaşım hakkı hemen hemen yok gibi. 2004'te katılanların büqyüklerinden Çek C., Macaristan ve Polonya'nın AB'den umduklarını bulamadıkları sık sık belirtiliyor. 40 Milyonluk Polonya'nın, çetin müzakere sürecinde AB'den koparttiği tarım politikaları tavizlerine rağmen mutlu olmadığı haberi üzerinde bilmem kaç kişi kafa yordu.

Ya da 2015'de AB'nin nasıl bir kurum olacağını? Merkezi politikların bizim gibi gelişmekte olan dinamik nüfuslu 80M'luk ülkeyi mi yoksa yaşlanmakta olan ve gelişmesini estek köstek sürdürmeye çalışan merkezdeki Fransa-Almanya'yı mı kayıracağını?

22 Kasım 2006

(Bazı) Amerikalılar neden anlayamaz?

Geçen Kanazawa-Yamashiro gezisinde keşfettiğim "kumo-ishi" tatlısından bir kutu şirkete hediye aldım. (Gezi dönüşünde şirkettekilere omiyage-hediye getirmek adettendir.) Genelde millet bayıldı, çünkü biraz nadir bir şeydi.

Benim Amerikalı patronlardan biri bayıldı, hiç böyle bir Japon tatlısı tatmadığını söyledi. Diğeri tatlıyı aldı, çevirdi, çevirdi. "Şimdi Japonlar için bu nesne güzel mi demek istiyorsun. Hımmmm...İçinde ne var?", "Kırmızı azuki fasulyesi ve jöle", "Hımmm...İlginç. Amerika'da herhalde çope atmazlar ama hiç de makbul olmazdı bu tatlı. Bir kere içinde fasulye varmış, görünüşü de hiç özel değil. Japonlar için güzel demek...."

Ertesi gün aynı insan bana gelip Japoncayı ne kadar zamanda söktüğümü sordu. Kendisi Japoncayı hiç mantıklı bulmuyormüş. Fiiler sonda ve sıfatlar zaman çekimine uğruyor. (Gramer tabii Türkçe'ninkinin hemen hemen aynısı, hatta daha basiti. Türkçe'de sıfat değil de olmak fiili çekimlenir, Japonca da benzer, örnek: sıcak-sıcaktı, atatakai-atatakakatta.) Japoncanın kendi içindeki mantığını anlamak istiyormuş. Ama İngilizceye göre pek anlamlı bulmuyormuş.

İnsanlarqin değişik kültürlere karşı duyduğu çekinme ve yadırgama duygularını anlıyorum. Şirket tarafından biraz da zorla gönderilmiş bir insanın Japon kültürüne hayran olmasını da beklemiyorum. Ama kültürün özünü anlamayacak kadar kalın Amerikan gözlükleri takmasını affedemedim.

İçimden şoyle bağırmak geldi: "evet Japonlar Allahtan sizin yapıp millete sattığınız bol şekerli, bol kimyasallaı, boyalı-cafcaflı şeyleri üretmiyor, yoksa ben de burda olmazdım. Sen bunları anlamıyorsan yavaştan go home bence." Neyse ki kendimi tutarak kariyerimde feci bir hata yapmaktan kurtardım kendimi.

18 Kasım 2006

Küçük sıradan detaylar ve Japon kültürü

Onsen TapınağıOnsen TapınağıYamashiro
Shirogin RyokanShirogin Ryokan çayShirogin Ryokan
Shirogin RyokanShirogin RyokanKenraku-en


Kanazawa'dan sonra ikinci durak Kaga şehri yakınlarındaki Yamashiro onseni (kaplıcası) idi. 400 yıldır işletilen Shirogin ryokan'ı (ryokan, geleneksel Japon hoteli) beklediğim gibiydi: eski, vakur ve büyüleyici.

Ufak ve dişardan basit görünen şeylerde gizlidir bence Japon geleneksel kültürünün sırrı.

İlk bakışta basit gelir pek çok şey. Japon lakesi (uruşi) koyu cilaylayla parlatılmıs tahtadır, şekerlemelerin tadı azdır, ufaktir, geleneksel müzikte harmoni yoktur, ikebana çoğunlukla dallardan olusturulur, çay seremonisinde verilen yeşil çay yeşil acı boyalı su gibidir, falan.

Ama en basit şeyler kendi içlerinde yüzyıllara dayanan bir geleneği, tekniği yaşama ve düşünme tekniğini temsil eder. Japon kültürüne yabancı olanların, ilgi duymayanların ve gösterişli şeylerin peşinde olanların anlayamayacağı, değer vermeyeceği şeylerdir.

Ryokan yeni bölümler ve modern dekorasyon eklenmesine rağmen böyle ince detaylarla doluydu. İnsanı tamamen kendini evinde hissettirecek, huzu verecek detaylar: Temizlik, sessizlik, yatakların rahatlığı, yemeklerin sunulmasındaki özen, insanı rahatsız etmeyen samimi kibarlıklıkla ev sahipliği yapılması, onsen banyolarınin basit ama temiz olması, tahta döşemelerin yumuşaklığı. Bu geleneksel ryokanda kültürel miras olarak korunan bir çay sermonisi klübesi vardı. Ve kimonolu bir bayan çay ve Japon tatlısı sundu. Tatlının adı "kumo-ishi" imiş, yani "bulut taşı". Veliaht Prens ryokanda kaldığı zaman sunulmuş. Resimde de görüleceği gibi hazırlanma ve sunuş şekli de ismiyle uyumlu: beyaz ince Japon kağıdına sarılmış, koyu renkli tatlı. İçi, kirmizi şekerli azuki fasüleye taneleri ve jöle. Dış görünüşle için alakası yok adeta. İlk lokmada dışardaki katı ince koyu renkli çeper caqtlıyor ve iç ortaya çıkıyor.

Yamashiro kasabası onseniyle meşhur, biraz yalnız bir yer. Budist-Shinto tapınakları eski ve unutulumuş gibi. Japon dizaynının temellerinden "wabi-sabi" örneği. (Terimlerin kökeni dini olmakla beraber, wabi doğal basitlik ve dinginliği, sabi zamanın akışıyla gelen dinginliği anlatır. Ben "vakur yalnızlık" olarak hissederim bu kavramları.)

Yolculuğun son sürprizi uçakta Fuji Dağının gözükmesi oldu.

Kanazawa'ya 10 yıl sonra yeniden

Kanazawa İstasyonuKanazawa Kalesi konseriKenraku-en
Kenraku-enHigashi-yamaHigashi-yama
Kanazawa sashimiKanazawa MaikoKanazawa Kalesi

Kanazawa, Japon Denizi kıyısına yakın 400 bin nüfuslu bir şehir. Pek çok tarihi ve geleneksel mekanıyla eski küçük Kyoto özelliklerinde. 10 yıl önce Ocak ayında gittiğimde şehir merkezinde 40 cm. kadar kar vardı. Ve kar yağışı devam ediyordu. (Japon Denizi kıyısı çok kar alır, Sibirya'dan esen soğuk rüzgar deniz üzerinde nem alır ve tüm yükünü bırakır.) Doğrusu 10 yıl içinde pek değişmiş olacağını ummuyordum. Ama öyle olmadı.

Kanazawa'da gözüme ilk çarpan değişiklik JR (Japan Railways) istasyonunun ön kapısının tamamen değişmiş olması. Metal
ve camdan muazzam bir yapı inşa edilmiş, ön tarafında da konturları harika geleneksel yapiya uygun olarak yapılmış bir mon (kapı) konmuş. İstasytonun etrafı bir yiğin yeni otel ve iş merkeziyle dolmuş. 10 yıl içinde Japonya sürekli ekeonomik durgunluktaydı, üstelik Kanto-Kansai dışındaki bölgelerde durgunluk had safhadaydı. İç turizm bir hayli canlanmış dediler.

Bu gezinin en çarpıcı anları Kenroku-en ve Kanazawa Kalesindeki ışıklandirma ve muzik gösterileriydi. Kanazawa Kalesinin muhteşem dekorunda iki kız obua ve flutle Bach çaldı.

Kenroku-en'e 10 yıl önce gittiğim zaman feci kar yağişi vardi, harika beyaz çamlar ve buz tutmuş havuzları hatırlıyorum, ama o kadar. Bu sefer ana gölün içinde kimonosuyla Japon fülütqu çalan bir sanatçı vardı, gece. Harika büyülü bir olaydqi. Sanki bir kaç yüzyıl geriye gitmiştik. Kayikçi yavaşça sanatçının içinde olduğu kayıta kürek çekerken, fülüt sesi de gölün etrafında yankılanıyordu. Taş fenerler, sunni adalar, taşlar ve çam ağaçları hafifçe aydınlatılmıştı.

Gündüz eski Geyşa bqolgesi Higashiyama'da şimdi cafe-çayhane olan eski evlerde kahve içtim. Sonra Asano Nehri kıyısındaki eski bir başka geyşa bölgesinde maiko-san'ın gösterisini seyretme fırsatı oldu. (Maiko, geyşa çırağı.) Maiko-san dans etti ve Japon davulu çaldqı. Bizlere de davul çalmayı oğretti.

Bütün bu harika şeylerin yanında Kanazawa'da iki unutulmayacak şey daha buldum: Deniz ürünleri ve 21. Yüzyıl Modern Sanatlar Müzesi. http://www.kanazawa21.jp/en/index.html

Kanazawa Japon Denizi'ne yakın olduğu için Tokyo'da çok pahalı yerler dışında bulunamayacak tazelik ve fiyatlarla sashimi ve sushi vardı. Çok taze çiğ balık ağızda dağılıe ve adeta tatlıdır, bunu bir defa daha hatırladım. (Taze olmayanlar tad vermez ya da hafif bir balık kokusu olur.)

Biz İstanbul'umuzda Modern Sanatlar Müzemiz yeni açıldığı için sevinirken, 450 bin nüfuslu Kanazawa'da gerek mimarisi gerek içindeki eserleriyle çok tatmin edici bir müze buldum.

Kyoto'da olduğu gibi Kanazawa da eskiyi korumaya çalışırken yeniyi çağı aşan haliyle yakalamaya çalışıyor. 5-10 sene sonra bir daha kısmet olur da gidersem, bakalım bu sefer ne sürprizlerle karşılayacak beni...

09 Kasım 2006

McDonald's Japonya'da yeni imaj satmaya çalışıyor



McDonalds'ı nasıl bilirsiniz? Sağlıklı yiyecekler satan bir kurum olarak düşunmek zor, değil mi?

Japonya'da da aynı. Özellikle son zamanlarda obesite, kan yağlarındaki artış falan günlük konuşulan konular. McDonald's da bu nedenle çok gözde değil. Bunun yanında Japon hamburgercileri eskiden beri piyasada ve onlarin daha sağlıklı imajları var. Mesela MOS Burger ve Freshness Burger. Bu şirketlerin ürünleri sürekli çevre, doğal beslenme, tazelik ve güvenilirlik üzerine.

Geçen seneden beri McDonald's da (geç de olsa) akıllandı. Genç kızlara daha çok hitap etmeye çalışiyor. Yandaki resim de benim iş yerinin karşisindaki Mc. Nasıl? Bilmeseniz sanki McDonald's salata barı işletiyor diye düşunursunuz degil mi? Bakalım millet "yiyecek mi"?

07 Kasım 2006

Bülent Ecevit'in arkasından

Ben yurtdışındayken eskilerden pek çok bildik sima öldü, öldürüldü.

Ecevit'i son başbakanlığı dönemiyle hatırlamak istemem. O benim için Kıbrıs için dünyaya meydan okuyan, mavi gömleği ve sıradan elbiseleriyle meydanlarda milyonları peşinden sürükleyen, hiç bir zaman gerçekleşemeyen gelecek için umutlandıran, idealist şair olarak kalacak.

Yine çocukluğumdan bir parça tarihe karıştı. İçimde bir şey kırıldı, zorla büyüdüm.

Tüm Türkiyemizin başı sağolsun.

06 Kasım 2006

Orhan Pamuk Japonca'da

Orhan Pamuk at Maruzen
3 yıl önce Benim Adım Kırmızı'yı okumuştum. Bir süre sonra Japon bir arkadaş da Japoncasını okudu. Yani Orhan Pamuk kısıtlı çevrelerce olsa da Japonya'da tanınmıştı.

Yandaki resimi Tokyo istasyonu yakınlarındaki Maruzen kitap evinin 2. katında dün çektim. Bir doğum günü hediyesi arıyordum, ve bu yıl Orhan Pamuk'un Nobel'i kazandığı yılda bir Türk olarak yazarın kitaplarından birinin çok uygun olacağini düşündüm.

Bu yıl aslında Japonya'daki bazı insanlar Haruki Murakami'nin Nobeli alacağını umuyorladı. Sonuç öyle olmayınca biraz hayal kırıklığı oldu. Bizim Orhan Pamuk'la ilgili tartıştığımız konular Japon gazetelerinde biraz çıktı. Ama bizim tartışmalarımız daha çok haber oldu diyebilirim.

Japonlar ortalama olarak olayların politik yanlarıyla pek ilgilenmezler.

İşte Orhan Pamuk'un Kar ve Benim Adım Kırmızı'sı "2006 Nobel Edebiyat Ödülü" etiketiyle tepeleme sergilenmekteydi. Gabriel Garcia Marquez'in kitaplarıyla beraber!

05 Kasım 2006

Tokyo'da 2. Dünya Savaşı sonrası yapıları tarihe karışıyor

Tokyo'da hem yer kıtlığı yani şehir içindeki arsaların pahalılığı, hem 1923'deki büyük Kanto Depremi, hem de savaşta hemen hemen şehrin tamamının yok olması sonucu eski yapı pek yoktur. Var olanlardan bazıları savaş sonrasının verdiği ilhamla o zamanın şartları içinde modernist olarak yapılardır. Bunlardan biri evvelki yıl tarihe karıştı: Omotesando Dojukai. Yıkılmadan önceki hali hala (neyseki) internette. Sanat galerileri, pencerelerinden sarkan değişik sanat yapıları ve duvarları kaplayan sarmaşıklarla Dojukai Harajuku-Omotesando bölgesinin özgür, biraz kisch havasının ayrılmaz bir parçasıydı. Yerinde Ando Tadao'nun tasarladığı Omotesando Hills yapıldı ve o organik bütünlük bozuldu. Bu konu da bloglarda işlendi: End of Omotesando. Dünkü Yomiuri'de bu sefer Asagaya Jutaku'nun aynı akibete uğrayacağından bahsediliyordu. Modernist landmark set to be razed. Şimdi bakıldığında çok da önemli görünmeyen bu yerleşim bölgesi yapıldığı 1958'de suyla temizlenen içerdeki tuvaleti, banyosu ve mutfağıyla feci modern kabul ediliyormuş. (1958lerin Türkiyesi demek ki o zamanın Tokyo'sundan daha "modern"miş.) Bu binaların yıkılması Dojukai'yle aynı neden. Eskilikten dolayı dairelerin yarısı boş, yaşayanların %60'ından fazlası 60 yaş üzeriymiş.

Denecek fazla bir şey yok. Biraz hüzünlü olsa da, ilerlemenin, gittikçe artan insan ihtiyaçlarının önlenemez sonucu.

02 Kasım 2006

Yarın tatil olunca bu gece sushi yemeli

Diye düşündüm ve geçen sene açılan, hiç gitmediğim kaiten-sushi'ciye gittim. Kaiten* sushi döner kemer üzerine konup servis yapılan nispeten ucuz bir sushi servis tarzı. Müşteri az olduğu için kemer üzerine dönenlerden değil de sipariş vererek doğrudan servis yapılan sushilerden seçtim. Yanında Sapporo fıçı birası, harikaydı.

Değişik sevdiğim çeşitleri denedikten sonra en son bence sushinin "şahı" namagaki-zushi (çiğ istiridye sushisi) aldım. Japonya dışında hayatta cesaret edemem, bozuk çiğ istiridye feci zehirler. Ama bu harikaydı. Çok tazeydi, hafif limon sıkılmıştı, ince yosun yaprağına sarılmıştı. Yavaşça kokusunu ala ala çiğnedim. Okyanus kokuyordu. Abartı yok, kendimi Okayanusta dalgaların arasında hissettim biran. Pasifiğin tuzuydu sanki o yumuşaklığa sinen.

30 Ekim 2006

Bence Honne ve Tatemae

Japonlarla iş için biraraya gelenler Japonların yüzlerindeki ifadesizlikten, evet/hayır yanıtlarındaki çelişkilerden gittikçe uzayan ve sonu gelmeyen müzakerelerden dert yanarlar. Hatta bu durum şimdilerde Batıda okutulan pek çok kültürlerarası işletme kitabının da konusudur.

İş toplantılarında gerçek niyetleri, düşünceleri açık etmemek tabii yalnız Japonlara özgü değil. "Poker-face" (poker yüzü) denen "elindeki kağıtları açık etmeme" aslında kesinlikle tavsiye edilen bir davranış. Peki neden Japonlara özelmiş gibi algılanıyor?

Bence yalnız iş hayatında değil gündelik yaşamlarında da bu davranışın, "honne-tatemae"nin genel insan ilişkilerinin bir parçası olması Japonları özel yapıyor. Honne kişinin kendi özel duyguları ve düşünceleri demek. Tatemae ise kişinin dışarıya vurduğu "zevahiri" duyguları ve düşünceleri. Kestirme düşünenler hele de biz Türkler için olay biraz ikiyüzlülük, harbi olmama diye düşünülebilir. Ama her kültürle ilgili meselede olduğu gibi, bir kültürde geçerli olan değer yargıları, diğerinde hiç bir anlam ifade etmiyor, ya da tam tersi etki yapıyor.

Honne ve tatemae de aslında mutlak değil karşıdaki insanın samimiyetine göre değişiyor. Ne kadar honne olsa da 100.000% samimiyet olamayabiliyor. Bazen insanların yalnızca kendinde sakladığı 100.000% gerçek düşünceleri duyguları olabiliyor. Bu yüzden işte görünüz ya da yüzeysel tepkilerin değerlendirmesi aldatıcı sonuçlara yol açabilir.

Peki bu Japonlara da uğraşılmaz deyip bırakmak mı gerek? Hayır, aslında çok zor değil. Karşıdakini dinlemek, dinlemek ve dinlemek, dahası yüz ifadesini, hal ve davranışlarını da adeta "dinlemek" gerekli. Alkollü toplantılar Batıda ve bizde olduundan daha da fazla bu "karşılıklı açılma, anlaşma" amacı için kullanılıyor. Yani son zamanların değimiyle "nominyukeishon" (nomu=içmek+communication).

Tabii herkes böyle değil, unutmamak gerek. Kişiye göre, ya da yerel özelliklere göre honne-tatemae dereceleri değişebiliyor.

Bu konuyu şirkette hergün gözlüyorum da, aklıma oradan geldi. Japonca bilmeyen ve bu konuda çok acemi olan Amerikalılar bazen çok çaresiz gözüküyor da.

24 Ekim 2006

Bayramınız Kutlu Olsun:)


Özellikle vatandan ayrı olanlarımız için (başka söze gerek yok):

YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR

Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...


Nazım Hikmet
Prag, 8 Nisan 958

19 Ekim 2006

Japonya'da ırkçılık

Kendi imkanlarıyla ev aramaya kalkan her yabacı bilir ki, ev sahipleri ve emlakçılarda ırkçılık had safhadadır. Son zamanlarda durum biraz düzelse de, temel sorun bence aynı. Hele Asyalılar ve zenciler için durum içler acısı.

Bazen dolubir trende yanıniz boşken bile kimse oturmaz, yan gozle bakarlar, ama ayakta kalmayı tercih ederler.

Şimdi şu haber gözüme çarptı: Plaintiff gets redress but not for racial bias. Haberden alıntı yaparsak, "McGowan testified that he was standing on the street with a friend looking at glasses in the front window when Narita shouted at him to leave, telling him he hated black people. Narita also told the court that he hated black people. The Osaka District Court ruled against McGowan in January, claiming there was no evidence of racial discrimination and it was questionable whether McGowan's Japanese language ability was sufficient to understand what Narita had said. The high court avoided ruling whether Narita's words and actions were racially discriminatory, but said it recognized that the remarks were illegal." Yani zenci adam dükkanın önünde arkadaşlarıyla duruken, Japon çıkmış, çekilsene, zaten zencilerden nefret ederim, demiş. Yerel mahkeme zencinin Japoncasınin ne dendiğini anlamaya yeterli olmaya bileceğini söylemiş, yani delil yetersizliği. Ama Japon mahkemede bile zencilerden nefret ettiğini kabul etmiş.Yüksek mahkeme hakarete karar vermiş, ama ırkçılık olup olmadığına değinmemiş.

İste böyle gariplikler de oluyor. Irkçılığı kabul de etmezler, yapıp ettikten sonra bile.

18 Ekim 2006

Ghibli film müzikleriyle anlık kaçışlar

Stüdyo Ghibli yalnız eşsiz güzellik ve saflıktaki filmleriyle değil, animelerdeki müzikleriyle de sevilir. Ghibli ile link ve bilgi internette oldukça fazla, ama Wikipedia her zamanki gibi iyi bir başlangıç.

Geçenlerde birden Prenses Mononoke (Princess Mononoke, Mononoke Hime) ana temasını hatırladım. Ve şimdi cep telefonumda. Akşam eve dönerken ıssız sokakta dinlerken tüylerim ürperdi. Film müzikleri Jou Hisashi'ye ait. Seslendiren Yoshikazu Mera (kendisi kontrtenor). Bulursanız tavsiye ederim. Bana filmin geçtiği yarı karanlık, ağaçların yosun tuttuğu nemli ama serin ormanları hatırlatır.

Japonya nükleer silah yapar mı?

Kısa yanıt bence yapmaz. En azından şu anda. Japonya atom bombasının gazabına uğramış ilk ve tek ülke olduğu için, kolayca missilleme, nükleer silahla tehdit yoluna gitmez. Halk desteği pek olmaz.

Bu konu nerden çıktı derseniz, bu günlerde Kuzey Kore ile yatıp kalkıyoruz da. Bu işin sonu belli değil. Kim İl Jong manyağın biri, adamı kimse kontrol edemiyor. Sonumuz hayırlı olsun.

17 Ekim 2006

Japonun yabancılara fazla bulaşanı

Japonların hic yabancılara bulaşmadan yaşayan ve dolayısıyla dünyadan habersiz olduğu için iletişim kurması zor olanı (ülkenin geneli göz önüne alınırsa) boldur. Bazen hala ülkenin dünyaya kapalı olduğu Edo Devrinde zannederim kendimi.

Gariptir, çok azınlıkta olan bir gruptan da aynı şekilde çekerim bazen: yabancılarla bir süre iç içe yaşayan hatta bir süre yurtdışında kalanlar. İlk defa tanışmamıza rağmen aşırı rahatlardır, Japoncaları benim kabalık diye hissetmeme yol açacak kadar teklifsizdir. Herkes değil ama. Amerika ve Australya'da yıllarca değil, nispeten kısa süre kalanlar, aileleri (benim gözlemlerime göre) biraz sonradan görme ya da "düşuk sınıftan" olanlarda bu belirgin. Belki yabancı kültürü tam içlerine sindiremedikleri için. Yani sindirecek kapasiteleri, alt yapıları olmadığı için.

Dün bir partide bir tiple tanıştırıldım. Daha ilk cümleden yakın tanışlar için kullanılan sözcüklere, jestlere geçti. Baştan sinir oldum yani. (İlk defa tanıştığınız biri hemen sizinle senli benli, el ense olsa ne hissedersiniz?) Adamın Türkiye'yle ilgili hiç bilgisi olmamasına rağmen, illa bana Türkiye'nin Fas'la ne kadar benzer olduğunu söyletecek. Gerekçesi de İslam ülkesi olmamız. Ben de "eh Vietnam'la Japonya'nın benzediği kadar, ne de olsa ikisi de Budizm'in hakim olduğu ülke" deyince en sonunda bozuldu ve sustu. "Normal Japonlar" bilmedikleri konuda bu kadar tutturmazlar.

Benzeri şeyleri benzer tiplere daha önceden de yaşadığım için, genelleme yapmadan edemedim.

15 Ekim 2006

NHK Türkçe derslere başladı


NHK, Japonya'nın TRT'si sayılır. Ama yapısı sanırım BBC gibi, doğrudan devlet kontrolu yok. Asya Dilleri başlığı altındaki seride Türkçeden önce Kanton Çincesi, Endonezyaca, Taylandca ve Vietnamca yayınlanmış. Bunlar Japonların Asya'da son zamanlarda çokca ziyaret ettikleri yerlerin dilleri.

Türkçe de diyerleri gibi 12 programlık kısa dersler olarak planlanmış. Ben de seyrediyorum. Gerçekten çok hoş. Programın sunucusu Müge Yahşi Hanım çok doğal ve başarılı. Kendisini kutlarım.

Aslında dersler kısa ve pratik konuşmaya yönelik olduğu için belki Japonların gözünden kaçacak nokta, Türkçenin gramer olarak Japonca'ya ne kadar benzer olduğu. Japonca konuşmak Avrupalılar için bu kadar zorken bizim için (kelimeleri öğrendikten sonra) oldukça kolay. Japonlar için de Türkçedeki sesleri kaptıktan sonra nispeten kolaymış.

Benim bu "Asya Dilleri" başlığı çok hoşuma gitti. Asyalı kimliğimizden adeta neden utandığımızı hiç anlamamışımdır da.

12 Ekim 2006

Herkes evinin önünü süpürse

Bugün evden çıktığımda bizim yakınlardaki gaz fabrikasının çalışanlarının ellerinde maşalar ve çop torbalarıyla yollara döküldüğunü gördüm. Aslında her ayın ikinci Perşembesinde saat 8'de bunu yaparlar, ama ben uzun süredir işe biraz daha geç gittiğim için unutmuştum.

Fabrikaya giden yoldaki buyuk kuçuk çöpleri topluyorlardı. Zaten genelde herkes dükkanının önünü süpürür. Evinin de.

Bizde bazı dükkanlar "sular". Herkes evinin önünü süpürür mü? Siz ne dersiniz?

09 Ekim 2006

Bugün Japon cenazesindeydim


Tatilden döneli bir hafta oldu. Uçakta birileri öksürüp duruyordu. Ben de kaptım. Bugün toparlandım. Derken bir arkadaşın babası vefat etti. Türkiye'ye gitmeden önce ani beyin kanaması geçirmişti. En son Temmuz başında arkadaşın evinde havai fişek gösterileri için toplanmıştık. 4-5 yıl önce ilk karşılaşmamızda Türk olmama sevinmişti. "Japonya'nın uluslararası" hale gelmesinden, Osmanlılardan Selçuklulardan konuşmuştuk. (Her eğitimli Japon gibi bu konuları iyi biliyordu.)

Neyse siyahlarım hazırdı. Parayı (kullanılmış 5000 yen) cenaze için özel zarfa koydum, adımı yazdım. Yola çıktım.

Cenaze için özel bir cenaze salonu kiralanmıştı. Resepsiyonda zarflarımızı teslim ettik, adımızı adresimizi yazdık. Sonra salona alındık. Sağda akrabalar, solda "tanıdıklar". Sahne gibi duran platformda büyük boy amcanın resmi, dekor (acaba Budist cennetinin tasfiri mi?), çelenkler, sunaklarda ayrı ayrı elmalar, portakallar, kavunlar. Tabut. Önde Budist rahip için ayrılmış bölüm, bize doğru da bizim seremonide yer alacağımız tütsülerin olduğu bölüm. Rahip geldi. Çan ve davulun da içinde olduğu (bizlerin anlamadığı) duasına başladı. (Sanırım dualar Sanskritçeden aktarma) Duasının belli yerinde törene katılanların katılımı başladı. Üçlğ sıralar halinde önce aileyi sonra katılanları selamladık, üç çift metal yuvarlak kap vardı. Sağdaki tütsü tozundan bir tutam alınıp, hafifçe yüz hizasına götürülüp dua edilip soldaki kaba koyduk. Sonra iki avcu yüz hizasında birleştirip dua. Soldaki kaptaki tütsü sonra topluca yakılacak. Ve son selamlamalar. Tüm bu olay boyunca rahip dua ve davul çalmaya devam etti. (Mezhebe göre fark edermiş.)

Aşağıdaki salonda içki ve yemek servisi yapıldı. Aile ile de biraz konuşma ve başsağlığı dileme şansı oldu.

Etrafta yer gösteren, bilgi veren hizmetliler vardı. Telaş yoktu, duygular maskelenmişti. İçimden bizim cenazelerin daha içten olduğunu düşündüm. Gerçi aile için belki daha kolay. Yine de fazla özenli bir seremoniydi.

M Amca huzur içinde yat.

29 Eylül 2006

Dönüş

İki haftalık tatilin sonu bugün. İstanbul ve Türkiye'nin kendine özgü güzel yanlarını, ritmini yeniden hissetmek çok iyi geldi. Türkiye'deki tükenmez enerji ve dinamizm, insanlarımızın çeşitliliği ve farklılıklar Tokyo'nun düzenli yeknesaklığından sonra yenileyici bir değişiklik oldu.

Her yıl olduğu gibi alışma devresinden sonra günlük yaşamın yorucu detayları ağır bastı ve güzel şeyler rutine dönüştü. Tokyo'daki yaşamım gündelik detaylarda oldukça sakin İstanbul'la karşılaştırılınca. İstanbul'un trafiği, şaşırtan fiyatlar ve yapay (saçma sapan) gündem maddeleri biraz bıktırmaya başlamıştı.

Tokyo çok pahalı mı?

Tokyo'nun çok pahalı olduğu söylenir. The Economist'in yaptığı çalışmalarda da öyle çıkar. Ancak yaşayanlar için pek öyle değidir ve ben hep Tokyo'nun pahalı olarak görülmesine hayret etmişimdir. The Economist'in yayınladığı veriler "expat" ler içindir yani iş dolayısıyla Tokyo'da bulunan yabancıların ihtiyaçları için. Bu insanlar iş muhitine yakın olan Roppongi-Akasaka civarında geniş yerlerde yaşamak ve İngilizce'nin ağır bastığı hizmetlerden yararlanmak zorunda olduğu için ödemek zorunda oldukları fiyatın şehirde yaşan diğer insanlara göre çok çok fazla olduğuna inanıyorum. Tokyo'da geniş alan da İngilizce hizmet veren kurumlar da oldukça az. Bu bağlamda Oslo, Londra ve New York'la Tokyo'yu karşılaştırmak biraz abes bence.

İstanbul'daki fiyatları görünce Tokyo'yu hatırladım. Taze meyva, sebze fiyatlarının çok fazla olduğunu, kiraların da feci el yaktığını yine de kabul ediyorum. (Tokyo merkezde tek oda mutfak aylık kirası 840 YTL, bir elma 1,2 YTL).) Ama günlük yaşamın İstanbul'da şaşırtıcı pahalılığını anlamak istedim. Tokyo'dan bazı fiyatları yazarsam belki ne demek istediğimi anlarsınız.
Metro Tokyo Merkezde 1,92 - 2,28 YTL (Taksiye falan gerek olmadan kolayca ve temiz pak işe gitmek için en kısa, eredeyse tek yol)
Öğle yemeği 8,4 - 18 YTL (Balık-çorba-Pilav veren basit yerler ya da trendy İtalyan lokantaları)
Sweat Shirt 24 - 48 YTL (UniQlo ya da GAP)
Khaki pantalon 18YTL - 48 YTL (UniQlo ya da GAP)
New Balance spor ayakkabı 54 - 144 (yerine ve modeline göre)

12 yıl önce İstanbul'da fiyatlar Tokyo'nun yarısı kadardı da...

23 Eylül 2006

Tatildeyim ve Tokyo'yu hatırladım


Geçen haftadan beri Türkiye'de tatildeyim. Tanıdık olan şeyler ve artık hiç de tanıdık olmayan 90'lı yılların ikinci yarısından sonra beliren şirketler, "ünlüler", politikcılar ve kavramlar. Tatilin toz pembe havasına hayal meyal gözüküyor. Fazla aldıramıyorum hiç bir şeye, zaman yok!

Tokyo'daki günlük yaşam da biraz uzakta bir süre. Deniz kıyısında dalga sesi dinlerken ait olduğum o uzak ülke de gerçek değil gibi. Zamanın dışındayım sanki tatilde. Kimliğim de kayıp!

Fotoğraftaki günlük yaşamda çelik yığınları arasında öğle arasına çıktığım Hachiman Shinto tapınağı.

15 Eylül 2006

Japonya'da Türkiye İmajı


Hep merak ederiz değil mi, Japonlar bizim için ne düşünür. Yada daha da genelinde yabancılar ülkemiz için ne düşünür.

Japonya'da Türkiye'nin imajı iyi. Özellikle son yıllarda Türkiye'ye giden Japon sayısı oldukça fazla. Biz Japonları sevdiğimiz için Tükiye'de güler yüze ilgi buluyorlar. Yemekler Japon ağız tadına çok uygun. Memnun ayrılan, 2-3 kere giden çok. En popüler yerler, İstanbul, Kapadokya ve Pamukkale. Akdeniz ve Ege sahilleri, Eski Yunan-Roma siteleri çok fazla onları cezbetmiyor.

Turizm posterlerimiz sık sık iyi yerlerde iyi zamanlarda ortaya çıkıyor. Resimdeki de bir adet belediye otobüsü!

Japonlar bizim Avrupa deiliğimize pek anlam veremiyor. Eh uzaktan bakınca haklılar da. Japonlar "biz de Asyalıyız, siz de, bunda ne var ki" diyorlar.

Onlar bizi olduğumuz gibi kabul etmeye razılar.

11 Eylül 2006

Japonya'dan köpek manzaraları


Japonya son yıllarda "köpek patlaması-inu buum" yaşıyor. Yurt dışından gelen köpekler de pet olarak makbul, geleneksel Japon soyları da. Ben Japon köpeklerini ilk burada gördüm. Akita-ken, Shiba-ken. Acaip sevimli hafif çekik gözlü, vücutları tıknaz, tüyleri kısa.

Fotodaki saf kan mı bilmem, ama Japon Shiba'ya benziyor.

Görme engelliler için özel eğitilmiş köpekler (Guide Dog , moudou-ken) de yaygın olarak gözükmeye başladı. Bu ayrı bir yazının konusu!

07 Eylül 2006

Yeni prense millet sevinirken resmi


Bugün Japan Times'a bakinca gülmekten öldüm.

Haberin başlığı Views on succession system remain splitdi. "People were delighted Wednesday with the news that Princess Kiko, the wife of Prince Akishino, the Emperor's second son, gave birth to a boy Wednesday."

Resimde de,bir yiğın nerden bakarsan bak olayla feci dalga geçen yabancılar vardı. "Roppongi Hills"denlermiş. Gidip ellerine gazeteleri tutuşturup poz verdirmişler belli. İşte olaya bakıştaki kültür farkı. Eminim Türkiyede yaşayan ya da Türkiyeyi uzaktan izleyen yabacılar da bizim bitmek tükenmek bilmez takıntılarimiza, medyada günlerce gündemi belirleyen hikayelere aynı gözle bakıyordur.

06 Eylül 2006

Japon tahtının yeni varisi ve komplo teorim

Bugün tahtın ikinci dereceden varisi Prenses Akishino ve Eşi Prenses Kako'nun bir oğlu oldu! Böylece tahtın artık 3. dereceden bir varisi var. Harika. Tüm dertler bitti artık. Veliaht Prens Naruhito'nun Prenses Masako'dan olan kızı Prenses Aiko'nun tahta geçebilmesi için anayasanın değişmesi de artık gerekmeyecek. Öyle ya, bir kız nasıl olur da İmparatoriçe olabilirdi? Bunu düşünmek bile korkutucuydu. Kız yabancı bir erkekle evlenirse hele, bundan sonraki varisler sarı saçlı mavli gözlü olabilirdi. Valiaht erkek olsa tabii yabancı bir kıza kapılmaz, ya da zeten onu beğenen yabancı kız olmaz, Aiko Asyalı birini de zaten beğenmez.

Benim komplo teorim şu: bu bebek cinsiyeti bilinerek "yaptırıldı". Yani tüp bebek gibi. Ama spermin Y kromozomlu olduğu bilindikten sonra. Zamanlamalar fazla mükemmel: Prenses Masako baskıdan depresyona girdi. Anayasanın değişmesi için girişimler başlamıştı. Prens Akishino ve Mikasa bu işe karşı olduklarını açıkladılar. Birden bu hamilelik çıktı. Herşey durdu. Prenses Kako 39 yaşında, iki kızı var. Yani aniden hamile kalması pek doğal değil. Konuyla ilgili diğer kişilere geince...Prenses Masako yazdan beri kızıyla Hollanda'da tatilde. İmparator Akihito ve İmparatoriçe Michiko Pzt.den beri Hokkaido'da tatilde. (Hokkaido'ya Eylül başında gitmek de bir fikir.) Tatile giderek beklenti içinde olmadıklarını göstermek istiyorlar belki de.

Sonuç olarak ben Masako için de Aiko için de sevindim açıkçası. Baskıdan kurtulmuş olmaları gerek. Aiko istediğiyle evlenebilir. Masako bir başka çocuk doğurma derdine düşmez artık. Hayatlarını yaşarlar biraz.

Japonya'yı kurtarmak da başkalarına kalır.

04 Eylül 2006

İşte Kirin 2006 Akiaji



Ağustos sonunda sonbahar sezonunun birası çıktı. Her senenin dizaynı biraz farklı olur. Tadı da yaz biralarının hafifletici tadından daha ağır, biraz daha koyu.

Artık sonbahar gecelerinde, sonbardakı BBQ partilerde akşam üstlerinde bu bira yer alacak. Tabii düşük oranda malt içeren bira tadındaki "içecekler" düşük vergiden dolayı hala bir hayli ucuzken, tada önem verenler için.

31 Ağustos 2006

Japonya'da yazın sonu

Türkiye'de de Japonya'da da yaz resmen 31'inde biter.

Ama fark şu ki, Türkiye'de bölgeye göre yaz kavram ve yaşam sitili olarak Eylül hatta Ekim sonuna uzar. Belki de yaz satti bitene kadar. Köz kestanenin kokusu duyulana kadar.

Japonya'da fiilen yaz bugün biter. Okullar haftanın hangi gününe gelirse gelsin 1 Eylül'de açılır. Tüm deniz mevisimi biter. Plajların etrafındaki büfeler falan kapanır. Şemsiye-şezlong kiralanmaz. Yaz saati uygulaması da olmadığı için günlerin kısalmaya başladığı hemen hissedilir.

Ben hala Türkiye'deki yazı severim ve özlerim.

25 Ağustos 2006

Metroda haremlik selamlık



Tokyo'da bir süredir metro hatlarında bayanlara özel vagonlar var.

Bu uygulamanın nedeni trenlerdeki bayanlara yönelik taciz (chikan) olayları. Japonya'da eskiden beri bu olaylar çok yaygınmış. Nedeni benim uzmanlık alanım değil, ama aklıma gelenleri sıralayabilirim: En başta erkeklerin güç açı olması. Japon erkeklerinin dış görünüşünün altında feci bir kendine güvensizlik yatar. İş yerlerinde okullarda sürekli hiyerarşiye boyun eğmeleri ve itaat etmeleri gerekir. Sonra bayanların genelde pasif rolleri benimsemesi ve herşeyi sineye çekmesi. Yani gücünü denemek ve göstermek isteyen erkekler için ideal hedef. Cinsel açlığı çok düşunemiyorum, çünkü cinsellik burda çok serbesttir.

Bu uygulamaya rağmen geçenlerde bir haber dikkatimi çekti: Son zamanlarda chikan nedeniyle tutuklamalar yaygınlaşmış. Demek ki artık bayanlar seslerini çıkarabiliyor. Metro'da chikan azalırken Japon Demiryollarına ait olan ve diğer özel sirket hatlarında chikan artmış.

Demek bir taraftan sıkarken öbür taraftan patlıyor bu işler.

24 Ağustos 2006

Obon, ölenlerimizi analım


Ağustos yaz tatili demektir. Evin babası zor bela bir hafta tatil alır. Ve yılbaşındaki 2-3 günün dışında da başka tatil yoktur.

Ağustos aynı zamanda Obondur. Ailenin ölenlerini anma, mezar ziyaretleri ve dua etme zamanı. Ailenin eski nesillerine minnet duyma...

Japonlar ruhlara çok inanır. Evlerde ölenlerin ruhları için özel sunak vardır. Ruha yiyecek içecek verilir, dua edilir, tütsü yakılır. Ölenle bağ devam eder.

Mezar deyince unutmamak gerekir ki Japonya'da gömme yoktur. Herkes yakılır ve mezar küller içindir.

21 Ağustos 2006

Sarariman yaşamından 3 örnek

("Sarariman", Japonca'da icadedilmis bir sozcuktur. Salary-man, maaşa talim eden, şirketlerdeki bordurolu erkek yığınını tanimlar. Ayni zamanda uzun çalışma saatlerini, şirkete kendini adamayı, takım elbise içine hapsolmayı da çağrıştırır.)

Durum 1: Ayrı gayrı olmaz
Yer: Royal Host, Family Restaurant
Ben yemek yerken yan taraftaki iki sarariman'e dikkat ediyorum. Biri 30'lu yaslarin sonunda, digeri herhalde 40'li. Genc olani biraz elpençe divan durumunda. Yaslisi bacaklarini acmis. Ikisi de ayni seyleri ismarlamislar, icecekleri de buzlu kahve. Genc olani daha cok onaylar durumunda, yaslisi da daha cok soyle boyle yapilmali havasinda. Genc icin onemli olan o durumda yaslinin kql olacağı hic bir seyi yapmamak, risk almamak. Ne olur ne olmaz. Farki yemegi, içeceği ısmarlamak bile risk olabilir. Eh, ya karsisindakinin cani cekerse. Fiyat da sorun, az odense bir sorun, cok odense bir sorun. Insan yorulur degil mi?

Durum 3: 5 gün çalışmak istemiyoruz
Yer: Bizim sirketin icinde oldugu bina, asansor
Yine gencce bir adamlar bu sefer 60larinda bir baska sarariman.
Genci soyle diyor: "Maasim azalsa da hafta ortasinda bir gun tatil yapmayi isterim. Daha cok is cikaririm boyle. 5 gunluk haftaya dayanamiyorum."
Yaslisi da onu onaylayarak: "Kesinlikle benim icin de daha verimli olur."



Durum 3: Öğlen içkisi
Yer: Tokyo'da is merkezlerinden biri
50lerinin sonunda bir sarariman amca yol kenarindaki sigara içilebilen bankalarda tüttürüyor. Yaninda da (benim en sevdigim chuu-hai markasi?chuu-hai soda, likör ve meyva suyu ya da çay kokteylidir, coğunlukla likör shochu olur) Kirin Hyoketsu var, 500ml'lik kutuyu açmış. Saat daha 12:30, dün de haftasonuydu. Demek ki işe öyle gitmek OK. Umursamıyor artık, ya da yorgun ve stresli, alkol kolay oyalama.

Ilk durum hala resmi olarak gecerli iliski duzeyini, sarariman yaşamının tipik örneği (tatemae?resmi yüz).Ikincisi samimiyeye geçildigi zamanki gercek (honne?gerçek, samimi yüz) Ucuncuyse tam bir kaçiş.

Sarariman?lik modası yavaş yavaş geçen zanaat. Artık insanlar o kadar derinden inanmıyor sisteme ve zorunluluklara. Japonya değişirken, yerine konacak bir düzenin ortaya çıkışı acıtıyor. Hep beraber izliyoruz.

16 Ağustos 2006

Anime/Manga Japon kültüründen beslenir


Dün internette gezerken rastladığım bir blog ve yorumlar, biraz Anime/Manga konusunu boşladığımı hatırlattı.

Pek çok anime, özellikle de manga günümüz kültürünün yansımasıdır. Olaya yüzeyseş bakanlar bunu böyle görmeyebilirler. "Tonarino Yamadakun" ya da "Chibi Maruko" gibi klasik mangalar zaten yakın zamandaki hayatı anlattığı için bağlantıyı görmek kolay. Ama pek çok anime Japonya'da geçmez bile, kıyafetler, saç renkleri, gözler vb. Japon gibi değildir hiç.

Manga/animedeki davranış, tutum ve insan ilişkileri, zaman mekan ne olursa olsun Japondur. Bir amaç uğruna yılmadan uğraşma, davaya kendini adama, saf ve temiz (ideal) aşk, bireysel değil gurup dayanışması, hatalarda derinden özür dileme jestleri, mantıklı değil DUYGULARIYLA hareket eden karakterler, çevreyi koruyarak ortak varolma çabası vs.

Ben en çok Miyazaki animelerini seyrettiğim için tarafsız değilim, ama ustanın animelerinde Japonluk akıyor. Mononoke Hime, Sento Chihiro (Spirited Away) bariz de. Laputa da öyle.

15 Ağustos 2006

Japonya'nın teslim olduğu gün



15 Ağustos 1945'te Japonya teslim oldu. İmparator Hirohito (Japonlar Emperor-Tenno Showa der) radyondan teslim olunduğuna dair bir bildiri okudu.

28 Ağustos'ta General MacArthur Japonya'ya vardı. Gerisi tarih.

Türkiye'nin kaderi 1. Dünya Savaşıindan sonra nasıl değiştiyse Japonya için de 15 Ağustos'tan sonra hicq bir şey eskisi gibi olmadı.

Koizumi başbakan olduğundan beri Yasukunki tapınağina gider ve saygılarını sunar. İste savaşın mirasını yine günlük hayatta yaşadığımız anlar. Kıyamet kopar herseferinde.

Bugün de başbakanlığının son ziyaretini yaptı sabahtan. Kıyamet de yarın kopar.

Yasukuni 2 milyondan fazla savaşta ölen Japon'a adanmış. Sorun bunların arasında 1068 savaş suçlusunun da olması. Çin ve Kore bunların tapinakla onurlandırılmış olması ve Koizumi'nin ziyaretlerini kendi savaş acılarına yapılan saygısızlık olarak göruyor. Eh az buz değil Japon İmparatorluk ordusunun elinden çektikleri.

Koizumi sanırım ziyaretleriyle hem Japonlara hem itiraz edenlere bir mesaj vermeye çalışıyor. Japonlara "kendimiz olalım, kendi kaderimizi belirleyelim", yabancılara da "iç işlerimize karışmayın, bırakın işleri istediğimiz gibi yapalım."

Bu jestin arkasında ne olduğuna bakarsak, 2. Dünya Savaşından sonra Japonların ezilmişliği, eğitim sisteminin Amerikalıların doğrudan etkisiyle beyinlerinin yıkanmış olması var. Japonların yeniden savaşa girişmemesi için milliyetçilik tamamen yok edilmeye çalışılmış. Öyle bir haldeki işler milli marşı tanımayan insanlar var. Çünkü "imparatora adanmış" deniyor. Çin-Kore kızacak diye nerdeyse nefes almak yasak. Amerika'nın kucağında oturulacak, savunmada ordu rol oynamayacak.

Koizumi bunları biraz sarsmaya çalıştı. Taraftar buldu da. Japonlardan bazıları tam tersine Çinlilerin Korelilerin de Japon geleneklerine saygı göstermesi gerektiğini düşünüyor: Japonya'da ölenler tanrılaşır ve dünyada yaptıkları kötü şeylerin anlamı kalmaz. Ziyaretler savaşı yeniden geri getirmek için değil, savaşı haklı çıkarmak için de değil, ruhları anmak ve ruhlara (dünyada yaptıkları işlere değil) saygı göstermek için.

Geçen haftalarda Hirohito'nun aslında Class A sayılan, idam edilmiş 14 suçlunun da tapınakta anılmasına karşı olduğu ve bu yüzden son yıllarında ziyarete hiç gitmediği haberi çıktı.

Tarihin gölgesi hala uzun. Bakalım önümüzdeki yıl ne olacak.

13 Ağustos 2006

Bir Geyşanın Anıları filminde Çinliler

Iki ay once Bir Geyşanın Anılarını Turkcede okumustum. Dun filmi seyrettim. Memoirs of a Geisha. Gorsel olarak guzeldi. Ama bas kadin rollerinin Balkabağı disinda Çinlilere oynattirilmasi ve zaman-mekanin Japonya'yla birlikte Çini de andirmasi biraz garip geldi. Tabii filmin ticari basarisini on plana cikarmis olmali. Ziyi Zhang ve Li Gong unlu isimler ne de olsa. Youki Kudoh ikinci planda kaliyor maalesef.

Japonlar icin tabii olay "rezalet", konusu Japonya olan bir filmde Çinlilerin oynamasi kabul edilmez, cok basarisiz film. Yabancilar icin eli yuzu duzgun, izlemesi zevkli. Eh "şeytan detaydadır."

Biz de Türkiyede gecer gibi olup buram buram Arap kokan, Türkçede Rumca/Ermenice aksani hakim filmleri bir turlu benimseyemeyiz. Demek ayni hikaye.

09 Ağustos 2006

Nagasaki'de saat 11:02


Bir anda 70 binden kisinin bir anda buharlastigi gun. Nagasaki'nin o gunku nufusunun 240 bin oldugunu dusunursek.

Ben 1998'de Nagasaki'ye gittim. Okinawa'da da benzer bir duygu yasamamistim: 60 yil onceki savasi dusunmezsek hersey o kadar dogal ve guzel ki!

Nagasaki'de gunumuzde sehir merkezinde tramvaylar gider gelir. Insanlar Nagasaki sivesiyle konusur. Sehre tepeden bakmak harikadir. Japonya'nin ilk Avrupa ile temasi da 16. yy'da burda olmustur. Ilk Japon Hristiyanlar da burada ortaya cikmis, yine Hideyoshi tarafindan burada idam ettirilmistir. Japonya'nin disariya kapali kaldigi ve Tokugawa shogunlari tarafindan yonetildigi "sakoku" doneminde de Hollanda'yla ticaret Nagasaki limanindaki Dejima adasindan devam etmistir. Meiji restorasyonuyla beraber 1859'da Nagasaki acik liman olmustur. Puccini'nin Madam Butterfly operasi Nagasaki'de gecer. O devirde yabancilarin agirlikla yasadagi bolgede Glover'in bahcesi vardir, ve is adami Thomas Blake Glover'in esi ve metresiyle olan yasaminin operanin konusuna ilham kaynagi oldugu rivayet edilir.

Ama iste atom bombasini ve savasi tum bunlardan ayri tutamiyorsunuz. Barış Parkı'na gidince bu parkin o zamanki seviyesine gore 40. asagida oldugu yazar. Toprak 40cm kazinmisir.

Atom Bombasıyla ilgili Wikipedia'nin ayrintilarinin dogrulugu biraz tartisilir. Ama kaba hatlariyla tarihi yansittigini soyleyebiliriz. Ustelik Nagasaki oncelikli hedeb bile degilmis, asil hedef Kokura denen bir yermis, hava kapali oldugu icin ikincil hedef vurulmus.

Ben cesaret edip de Atom Bombası Muzesine gidemedim. Cunku baska sergilerde gordugum siyah beyaz yanmis, yaralarla dolu insan bedeni resimleri, sok icindeki cocuk yuzlerini gormek istemedim.

Bugun bile Amerikalilar genelde Atom Bombası'nin savasin bitiminde cok onemli bir rol oynadigini ve bomba olmadan savasin daha cok insanin hayatina mal olabilecegini soylerler, bir agizdan. Belki. Japonlarin oldurdukleri milyonlarca Asyali icin ve savastaki barbarca rolleri yuzunden iyi bir cezayi hakketmis oldugunu dusunenler de var.

Her yaşamın degerli oldugunu unutmamamiz gerekir. Gerekcesi ne olursa olsun.
Bugun 70 bin Nagasakiliyi unutmayalim.

08 Ağustos 2006

Yarin Nagasaki'yi analım

Nagasaki Sehrinin kendi Ingilizce sitesine bir bakin.

Yarin Nagasaki'ye atom bombasinin atilmasinin 61. yildonumu. Nagasakililer yine Bariş Parkındaki torenlere katilacaklar, olen akrabalari ve dünya barişi icin dua edecekler.

Ve bizler yine aksam Lubnandan haberleri, Iran'in gelistirdigi atomlu oyuncaklari ve Kuzey Korenin Japonya uzerinden fuze asirtip okyanusa atma denemelerini dinleyecegiz.

Bir 61 yil daha gecse cok birsey degismeyecek dunyamizda.

06 Ağustos 2006

Japonya'da din


Tek bir yaziyla bitmeyecek bir konu. Japonya'da anlamasi cok uzun suren, karmasik, ve subjektif hikaye.

Japonlara (cogunlukla) dinlerini sordugunuzda "mu-shukyou" derler. Bu terim oldugu gibi Turkce'ye ya da Ingilizce'ye cevrilirse "dinsiz" gibi olur. Japoncayi ve kulturu cok iyi bilmeyenler Japonlarin cogunlukla ateist oldugu sonucunu cikarir.

Bu dogru degildir. Yani cogunlukla. Japonlari gunluk hayatlarinda izlerseniz, yilbaslarinda tapinaklara dolustuklarini, yas donum zamanlarinda Budist rahiplere tonlarca para doktukuklerini, zamanlarindaki onemli anlarda muska yazdirmaya gittiklerini ve bos arsalara ev yaptirirken shinto rahiplerin toren yaptiklarini gorursunuz. Bunlar hic de dinsizlerin yaptigi seyler degildir.

"Mu-shukyou", aslinda Japonlar icin belirli, orgutlu bir dine bagli olmadiklari anlamina gelir. Yani kitapli dinlere, ya da orgutlu mezheplere mensup olmadiklari, "cemaat" uyesi olmadiklari. Iste bu kadar.

Bunun otesinde Japonlar "ruhani" (spiritual) dir. Hem de oldukca. Belki bizlerden dinine bagli olanlardan daha da cok. Tanri duygusu iclerindedir ve derinlerde. Yasayislarinda. Yalnizca tanimi belli bir dinin cercevesinde degildir.

Japonya'ya 6. yy. da varan Budizm, geleneksel Shinto ile hala yan yana var olmakta. Pek cok yerde Shinto ve Budist tapinaklari yanyana.Yilbaslarinda iki "din"in tapinaginda da dua edilebilir. Dugunler ya kilisede, ya Shinto tapinaginda yapilir. Cenazeler de kesinlikle ve kesinlikle Budist tapinaginda, Budist geleneklerine gore. Shinto "Milyonlarca" tanri ve doga ustu guclerle animizim-shamanizm geleneginde gundelik hayatta daha etkin bence. Budist mezheplerine uye aktif olan uye olanlar icin belki Buda daha belirgin, ama benim tanidigim pek cok "normal" Japon icin, Buda Tanrinin tezahurlerinden biri ve oldukten sonraki ruhlarin yasami icin onemli.

Hristiyanlik buyuk misyonerlik faaliyetlerine ragmen hala %1'in altinda. (Hala kapima gelip brosur veren Yehova sahitleri var.) Cogunluk icin "kakkoi" (gorunus olarak yerinde, yakisikli, etkileyici) evlilik kilisede yapilanlar. Bu torenler bile cogunlukla gercek kiliselerde gercek rahipler tarafindan degil, bir tiyatro havasinda part-time calisan Ingilizce konusan insanlar tarafindan yonetiliyor. Maksat toren olsun, millet etkilensin.

Sonucta Japonya'da din boyle iste. Fazla ciddiye alinan ve gundemi belirleyen bir kavram degil, insanlarin ihtiyacina gore secilen bir "program paketi". Sec, begen, rahatla.

Daha ayrintili bilgi icin Wikipedia'daki "Religion in Japan" yazisina bakin.

01 Ağustos 2006

Japonya'da yaz senbolleri




Sonunda! Sonunda. Tsuyu bitti (denildi). Temmuz da bitti.

Yaz burada 1 ay ya var ya yok. Neyse buna da sukur. Agustos umarim yaza benzer.

Yaz degince benim de aklima Japonlar icin tipik olan seyler geliyor. Eskiden Turkiye'de yaz degince kisa kollu gomlekler giymek, denize girmekten baska aklima birsey gelmezdi.

Ağustos böceği: Kulaklari sagir edecek sekilde surekli vinlamaya baslar. "Mi--n mi--n mi--n." Soylenenlere gore 7 sene yer altina beklermis. Sonra omru 7 gunmus.

Karpuz: Eh Japonlara soylenmez ki, bizim orda karpuzun degeri yoktur, artan atlara eseklere verilir diye. Burada pahalidir. 1/8'i 400 yen falan. Dilimlenmis kabuguyla karpuz yazin ve yaz tatilinin en baska gelen sembollerinden biri.

Havayi fişekler: Tokyo'da pek cok yerde havayi fisek festivalleri yapilir. Binlerce kisi katilir. Kizlar ve cogu erkek yukata (keten hafif kimono) giyer. Ter icinde sokaklara dokulur. En guzel havayi fisek gosterileri nehir kenarlarinda yapilir. Ornegin Tokyo'da Sumida, Tama, Edo nehirleri boyunca.

Yelpaze: Turkiye'de (kokona) kadinlara ozgudur biraz. Burasi gibi nemli memlekette dogaldir, yazin cogunluk ister istemez kullanir.

25 Temmuz 2006

Japonya'da içecek bolluğu


Japonya'ya geldiginizde herhangi bir "konbiniye" (convenience store)girin. Alkollu ve alkolsuz icecek cesitliligine sasiracaksiniz. Icecek ureticileri genelde bellidir: Alkol ureticileri alkolsuz icecek de urettikleri icin, Kirin, Asahi, Santori, Coca Cola, Itoen vb. markalari goze carpar. Caylar (Yasemin cayi, yesil cay, Uulon cayi vb.), gazoz cesitleri, biralar, meyve suyu-likor, shochu karisimi icecekler rengarenk, cesit cesittir.

Buyuk sirketler arasinda rekabet cok fazladir. Japonlar surekli degisiklik pesinde olduklarin orijinal bir icecek hemen iyi pirim yapar. Her mevsim satan temel urunlerin yaninda mevsimlik, yani 3 aylik urunler de coktur. Kisa ozel biralar, yaza ozel meyva aromali alkollu icecekler, sular. Yillardir Kirin'in sonbaharda cikardigi sonbahar yaprakli bira, Sapporo'nun kisin cikardigi kar desenli bira en sevdigim urunler. Resimdekiler Asahi'nin yeni cikardigi "Prime Time", ve Suntory'nin yaz icin cikarttigi "Okinawa Passion Fruits." Passion Fruits'la Okinawa shochu'su awamori'nin karisimi.

Eger sevdiginiz bir icecek olursa ama tadini cikarmaya bakin. Hatta bir kac haftalik stok yapin. Cunku mevsimlik olanlar yaninda, oyle olmayip mevsimle ilgisi olmadan kisa omurlu urunler de vardir. Konbinilerde raf omru kisa oldugu icin hemen modasi gecer ve piyasadan cekilirler. Sevdiginiz icecegi bir kac seferden baska tadamazsiniz.

Tsuyu'ya ve getirdiği yağmura artik dayanamıyorum!

Tokyo'da kisin yagmur, kar az yagar. Hava genelde aciktir. Soguktur ama mavi gokyuzunde gunes parlar. Vucudum olmasa da beynim isinir.

Bahar da harikadadir. Sakura olayini anlatmaya gerek yok. Sonbahari da.

Ama "tsuyu", yagmur mevsimi...Iste tsuyu beni oldurur.

Tsuyu'nun hava durumu raporlarina gore resmen basladigi ve bittigi bir zamani vardir. Haziran basindan Temmuz basina kadar surer...Immm...Resmen. Iste anlamadigim da bu. Bu sene Mayis basi, yani Golden Week'in son gununden, bugune kadar hava %80 kapali, %60 yagmurlu. Tsuyu baslayali "resmen" bir ay oldu.

Nemli, sicak, 3 hafta falan surdukten sonra, bu gunlerde serin 23-25'lere dustu sicakliklar. Sonunda uykumu alabiliyorum. Bir hafta onceye kadar gece uykuya dalmak zordu, sabah da 5'te falan ter icinde uyaniyordum.

Tsuyu'yla beraber kufler de azar. Banyoda fayanslar, yer kaplamalari, dolapta elbisler kuflenir. Mutfak kuflenir. Dolapta yemekler.

Japon'ya gelmeye niyetlenenlerin kesinlikle goz onune almalari gereken konu.

11 Temmuz 2006

Dünya sosli yeme şampiyonu Japon

Takeru Kobayashi 12 dakikada 53.75 sosli (hot dog) yiyerek yeni dunya rekorunu kirmis.

Boyle abuk rekorlar da zaten Japonlardan cikar diyeceksiniz, ki dogrudur. Operasyonun en ince puf noktaklarini anlamanin otesinde ozumsemek, tum riskleri, potansiyel sorunlari, kaizen olasiliklarini incelemek ve mukemmellestirmek gercekten oldukca Japon vari. Arkadas bu oburlugunun yaninda oldukca da ince.

Su arkadasin yaptigini hayal edin. Ben 10 dakika bir sosliyi zor yutarim herhalde.

Luzumsuz bir is gibi gozukse de sanirim, arkadas icin bir basari bu. Belki hic bir sey olmamaktan daha iyi diye dusunuyordur!

29 Haziran 2006

Megumi Yokita'nin kocasi gercekten Kuzeydeymis

Ocak ayinda Megumi Yokota yasiyor mu? diye yazmistim. Megumin kocasi gercekten Kuzeydeymis, o da kacirilmismis. Acaba o birseyler biliyor mu?

Kendinizi Meguminin annesinin babasinin yerine koyun, yanit aramaktan vazgecer miydiniz?

28 Haziran 2006

Sonunda bir Türk şarkıcı karaokede

Haftasonu uzun bir aradan sonra karaoke'ye gittim. Yabanci sarkilar bolumunde hep gozum bizimkileri arar. Bu sefer buldum, Sertap'tan "Here I am". Soyledim de. Cok iyi geldi. Tarkan'dan ya da Türkçe de olsa Sezen'den birseyler olsaydi keske.

"Everyway That I Can" yerine neden "Here I am"? Gecen kis Japon-Kore ortak yapimi bir filmin soundrack'inda vardi bu sarki. Film bir korku-gerilim filmi: "A Tale of Two Sisters."

Demek ki isin sirri, pazarlamada.

24 Haziran 2006

Japonya'nın Dünya Kupası Hezimeti

2002'de en azindan Japonya ilk 16'ya girip, Türkiye'ye elenmisti, 1-0. Bu sefer grubundan cikamadi. Avustralya'ya 3-1 yenilip, Hirvatistan'la 0-0 berabere kaldiktan sonra Brezilya'yi yenmeyi dusluyorlardi. Sonuc dun sabah 4-1'lik yenilgi.

2002'den bu yana iyi hazirlandiklairni dusunuyorlardi. Japonlari daha iyi anlayan Zico, Brezilyali Japon liglerinde oynayan usta bir oyuncu, teknik direktor yapilmisti. Avrupa liglerinde top kosturan artimisti. Hazirlik maclari ve 4 yil icindeki degisik sampiyonalarda basarili denebilecek sonuclar alinmisti. Ama sonuc gelmedi.

Herkesin 4 yil once soyledigi seyler yine ayniydi: forvetler yok, cok zayif. Paslasmayi oyun saniyorlar ve sonuca gidemiyorlar. Bireysel oyun oynamalari gerektiginde cesaretleri yok oluyor sanki.

Dun Nakata'nin aglayan fotografi vardi spor gazetelerinde. Eh.

Simdi yeni bir teknik direktor aranir. Ama "Japonlari anlayan" biri olsun denir, nedense. Ya birakin, derim. Futbolun da Japonlugu olmaz artik. Japon stili denen seyi olusturmak icin daha bir 20 yil gecmesi gerek, once dunya standardinda futbol oynamayi ogrenin.

Soyle isleri kokten degistirecek birini getirseler. Tam tersi Japonlugu silip atacak, gol atamayanlari takimdan kesecek cesareti olan biri.

14 Haziran 2006

Geyşaların Mizuage seremonisi

Bir Geyşanın Anılarında gecen bir bolum var. Sayuri, yani kitabin kahramani, cirak geyşayken, "mizuage" zamani gelir. Bakireliğini kaybetme zamani. Sanirim daha 18 yasinda bile yokken. Mizuage icin once Sayurinin olaya hazir oldugu ilan edilir. Sonra acik arttirma baslar. Parayi bastiran Sayuri'nin bakireliğini alma hakkina da sahip olur. Ve bu olay gerceklesir. Dr. Yengec lakapli adam kazanir ve olay oldukca mekanik ve can yakici bir sekilde sonuclanir.

Ilk okudugumda inanamadim. Adeta midem bulandi. Meslegi ne olursa olsun bir kucuk kizin bu ozel aninin bu kadar ortalikta olmasi, bundan kazanc saglanmasi ve "bu degerli sey" icin erkeklerin birbirleriyle yarismasi biraz kadinlik onuruna aykiri geldi.

Sahsen namusa ve bekarete anlamam, onem vermem. (Ne bicim Türksün, Anadolumuzu temsil edemezsin, demeyin. Ben yalniz benim hic birseyi temsil de etmiyorum.) Demek olay bu kadar onemli, o deri parcasi bu kadar onemli bazilari icin.

Bu arada mizuage konusu Wikipedia'ya gore ihtilafli. Dogru olmadigi yonunda gorusler var. Benim Japonlardan endindigim izlenim dogru oldugu yonunde. Sanirim gunumuzde yasal olarak mumkun degil.

07 Mayıs 2006

Barış Manço'nun Japonya konseri

Bugun internette dolanirken Videos of Turkey sitesinde Barıs MANCO in Japan baslikli videoya rastladim. Tanitim resmi beni adeta soke etti: Cunku iste Barış Manço Soka Gakkai lideri Daisaku Ikeda ile kucaklasiyordu, ve Ikeda-san'in elinde Turk ve Soka Gakkai bayraklari vardi.

90"li yillarda Barış Manço'nun Japonya konserleri cok buyuk sukse yapmisti. Barış Manço'nun ununun taa Japonyalara kadar gittigini soyleyip Turk popunun gucunden bahsedenler vardi. Buna hala inaniliyor saniyorum.

Isin icinde baska seyler oldugunu soyleyenler de cikti. Ama simdi biliyoruz ki, aslinda Barış Manço konserler zinciri Soka Gakkai tarafindan duzenlenmisti. Salonlari dolduran pek cok orta yasli teyze ve amca da Soka Gakkai "muridi"ydi. Konser videosu bunun en guzel kaniti. Salondaki Soka Gakkai'nin Romanya bayragina benzer bayragina dikkat edin. En son sahne en can alicisi: Barış locada Daisaku Ikeda ile kucaklasmadan once avucundaki yazilari okuyor: "banzai toruko" (yasasin Turkiye), "Ikeda kaicho banzai" (yasasin Ikeda baskan).

Soka Gakkai Japonya'daki orgutlu Budist bir dini organizasyon. Muritleri milyonlar seviyesinde. Tam olarak ne sekilde finanse edildiklerini bilmiyorum, ama uye olanlardan buyuk miktarda bagis toplandigini, budizme ait belli sembollerin ve ibadet araclarinin da yuksek fiyatla satildigini biliyorum. Soka Gakkai'in yayin organi SGI-Soka Gakkai International (SGI) web sitesinde soyle deniyor: "SGI-Soka Gakkai International (SGI) is a Buddhist network that actively promotes peace, culture and education through personal change and social contribution." Soka Gakkai ayni zamanda Japonya'nin 3. buyuk partisi ve Koizumi'nin koalisyon ortagi New Komeito'nun kurucusu. Kometo'nun web sitesindeki FAQ'da de bu konuya aciklik getiriliyor.

Soka Gakkai'nin konserleri duzenledigi SGI'da yazili. Barış Manço konserleri haberi SGI'da su baslikla altinda verilmis: "An overview of the global activities of SGI-affiliated cultural and educational institutions." Yazinin devaminda Barış Manço konserleri tanitilmis. Soka Gakkai icin kendilerini tanitma ve dunya evrensel kultur degisimine katki firsati. Muritler icin birlik beraberlik yaratma firsati.

Yalnis anlasilmasin. Barış Manço'yu cok severim, sarkilerini da kendisini de. Cocuklugumun bir parcasi. Soka Gakkai tarafindan konser vermek icin davet edilmesi de buyuk bir basari. Ama Japonya "basarisinin" gercegini de unutmamak gerek. Barış Japonya'da unlu degildi, simdi de degil. Olay biraz "al gulum ver gulum" davasi.

06 Mayıs 2006

Makoto Shinkai- The Voices of a Distant Star

Fan Club
Iki ortaokul sevgilisi isik yillari kadar birbirinden uzak kalirsa ne olur? Izafiyet teorisinin uygulamasi temelinde, ask ve anime savas sahneleri. Bunun yaninda iki sevgilinin duygulari ve gelisimleri oldukca siradisi. Ozellikle de bitis cumlesi.

Bunun yaninda bazi seyler goze batiyor. Ornegin 2040'li yillarda kullanilan cep telefonlarinin temeli 2001-2002deki siyah-beyaz kucuk ekranli modeller. Bunlar 2006'da bile coktan demode oldu. Tokyo'daki yasam, okul falan da 2040-50'lerde ayni kalmasi da bir baska goze batici. 15 yasindaki kizin Birlesmis Milletle rgucune secilmesi de. Ama bunlar aslinda cok onemli degil. Onemli olan animenin orijinalligi.

Usta Shikai, Miyazaki-san fan'iymis. Kestirmek zor degil. Kendi sitesi (Japonca) filmlerden sahneler var, bakmanizi oneririm. Ingilizce bir sitede de ayrintili resimler ve hikayenin tercumesi var.

20 Nisan 2006

Utada Hikaru'dan Keep Tryin'


Keep Tryin'
, Utada Hikaru'nun son sarkisi. Icimizden insanlarin hikayesi. Sebat edin, denemeye devam edin, diyor. "Gelin hanim, teyzeler, amcalar, ofis iscileri sebatla denemeye devam edin."

Ask icerikli sarkilar nedense Turkce sarkilarin ana konusu eskiden beri. Belki en temel, en eski, en derinlerdeki acilarimiz askla ilgili oldugu icin. Yalnizca Turkcede degil, diger diller de, diger ulkelerde de.

Bazen iste Hikki'ninki gibi sarkilar baska dertlere de deva oluyor.

3-4 yil once, ekonomik depresyonun sokaklarda hissedildigi, isten cikarilan orta yastaki amcalarin sapir sapir intihar ettigi yillarda "Ashta ga aru" (Yarin Var) liste basi oluvermisti. Insanlara umut verdi. Iste onun gibi.

Su anda Google Video'da Tarkan'in Asik Veysel Uyarlamasi "Uzun Ince Bir Yoldayim" i dinliyorum. Iste yine gundelik yasamdan, daha uzun "menzilli", cok uzun zaman dinlense de bikmayacak sarki.

Bunun gibi iste.

15 Nisan 2006

Evsizleri insan yerine koymamak



Abe Kobo'nun Kutu Adam (Hako Otoko) kitabinda surekli kutu icinde yasayan bir adamdan bahsedilir. "Bu belirsiz, anonim kişilik toplumsal baskıdan korunmak için kendi ile başkaları arasına bir ekran yerleştirmiştir; kutu ise, onun için hem güven verici hem de koruyucudur. Acı çekmesine ve yapayalnız olmasına rağmen mizaha ve hatta aşka da yetkindir."

Tokyo'da cok buyuk bir evsizler ordusu vardir. Ueno ve Yoyogi parklarinin sinirlarinda mavi cadirlar hemen goze carpar. Bati Shinjuku'da buyuk binalarin altinda da. Inanilmaz duzenleri vardir. Kimi cadir ve kutularin kapilari vardir. TV'ler, radyolar, isiticilar. Bazilari o kadar sansli degil. Bizim istasyon binasinin kenarindakiler genelde kuru bir battaniye ustunde yatar.

Ama ortak yanlari toplum disinda itilimislikleridir. Genelde Japonlar bu insanlari gormezden gelmeyi secerler. Gecerde mesela yolun kenarinda yatan biri vardi, olmus ya da hasta olan da vardi, esyalari biraz etrafa sacilmisti. Ama kimse ilgilenmedi, gormezlikten gelmeyi sectiler herzamanki gibi.

Gecen ay ergenlik cagindaki gencler bir evsizi yakarak (sanirim barinagina molotof konkeyli atarak) oldurmus. Mahkemede pismanlik bile duymamislar. "Oyle birinin yasamasi ile olmesi bir" demisler. Baska bir yerdeki bir olayda doverek bir evsiz adamjagizi oludurmus gencler. Baska bir olayda ise Tokyo'da Sumida nehrinde yuzmeye zorlamislar bir baska adamcagizi, adam olmus.

Tabii bunlar buyuk genellemeler yapmaya izin vermez ama yine de buyuk bir carpiklik var ortada. Belki de toplumun kaliplarindan yorulup disarda yasamak isteyen insanlar, bu insanlara hic bir merhamet ve dikkat gostermeyen toplumun buyuk bolumu, ve simdi de sadistliklerini bu insanlarda deneyen ruhsuz gencler.

Cok yalnis birseyler var bu iste. Japonya'daki cozemedigim celiskilerden biri.