25 Şubat 2007

Yeni eve taşınmadan önce

TasinmaTasinmaTasinma
TasinmaTasinmaTasinma


Yakın bir arkadaş eski baba evini yıktırıp yeniden harika bir ev yaptırdı. Her tarafına özendiler. Mutfak turuncu, odaların birer duvarları kırmızı, tatami odasının biri yeşil, diğeri sakura pembesi.

Eve taşınacakları gün shinto rahibi (kannushi) geldi. Sunağı hazırladı. Balığı, sebzeleri, meyvaları, pirinci, sakeyi, omochi (rice cake?) dizdi. Evin dörder köşesinde kötü ruhların eve girmemesi için koruyucu muskalar koydu. Kannushi-san'a seremonin ve kullanılanların anlamını sordum. Anlattı. Kullanılanlar dağlardan, ırmaklardan ve denizlerden gelen ürünlerdenmiş. Sunağa yerleştirmede belirli bir sıra varmış. Sunağa yerleştirilen ilk baş ürünler pirinç, sake ve omochiymiş. Japonyayı besleyen tanrıdan gelen en önemli nimet pirinç olduğu için. Sonra nehirlerden gelenler ve denizden çıkanlar (tai-bream) sırayla sağlı sollu dizilirmiş. Evi ve sahiplerini kutsamakta kullanılan beyaz kagıtlı çubuğun ucundaki ip günahları ve kötülükleri çekmede, kağıtlar da emme ve yok etmede kullanılıyormuş.

Kısa bir seremoni oldu. Kannushi-san kapıda yazılı duayı tok bir sesle makamlı okumaya başladı. Ev sahiplerinin ve benim tanrılara saygı sunmamızla bitti. Yeni hayat yeni mekanda başladı onlar için.

20 Şubat 2007

Kestanede iltimas



Devasa Tokyo İstasyonun bağlantı koridorlarından birinde bizim usüle yakın köz kestane satan bir yer buldum. Ufak bir büfe. Ünlüye benzer bir markanın (Kyo-yakiguri) satış şubesi gibi.

Bir paket almak istediğimi söyledim satıcı kadına. "Japoncanız ne güzel", dedi. Ben de "Yok canım, eh işte" falan diye geveledim. Malum Japonlara "konichiwa" desen de aynı şeyi söylerler. Bir zaman sonra sıkıcı olmaya başlıyor.

Kasteneleri maşayla pakete koydu. Gülümseyerek, "iki tane de fazladan koydum" dedi. Şaşırdım. Teşekkür ettim. Paketi aldım. Trenimin platformuna yöneldim.

17 Şubat 2007

Canın tatlı bir şey çekince

Tatlı

Son yıllarda bizim eve götürdüğüm başlıca hediye Japon tatlıları. Resimdeki süpermarkette bulduğum basit bir paket. Japonyadaki herşey gibi dış görünüşü basit olsa da özenle hazırlanmış. Yavaşça açılmayı, ilk lokmanın alınmasını bekliyordu ben onu gördüğümde.

Hepsinin içinde anko var. En sevdiklerim yaprağa sarılı olanlar. Salamura sakura yaprağı bizim üzüm yapraklarını, derinden gelen sakura kokusu da baharı hatırlatır.

12 Şubat 2007

Keşke hergün bu kadar sıradan olsa

Bugün yalnız uyandım. İki gün önceki 38lik ateşten sonra biraz halsizdim. Kahvaltı, derken bloga eklenecek resimleri gözden geçirirken iki eski Türk filmi seyretme.

Ama hava çok güzeldi ve odamda yatakta kalmak istemiyordum artık. Nereye gitmeli ama, çok zaman kaybetmeden ve çaba harcamadan? Shinjuku Park Hyatt ya da Odaiba olabilir, şöyle ufku açık ve ferah bir yer istiyorum. İidabashi! Canal Cafe. Yola çıkış, trene biniş ve Iidabashi. Hay Allah bugün Cafe tadilata girmiş, tüh ne zamanlama. Ben de kanalın kenarındaki tepeye doğru yürüdüm. Güneşli havada bir banka oturdum ve oshiriko (azuki fasülyesi şekerle kaynatılarak yapılan sulu yemek) içerken kanalı, geçen trenleri, mavi gökyüzünü, insanları, tomurcukları bile daha belli olmayan sakura ağaçlarını seyrettim. Bu güneş ve ısınan yer altı sularını hisseden sakuralar belki de bir ay sonra açmaya başlayacak.

Zaman...Rüzgarda hareket eden sakura dallarını görünce anlıyorum akıp gittiğini, günün geçip gittiğini. İnsanlar zamanı ancak değişimlerle algılayacak kadar yetili. Derin nefes...Bu an akıp giderken ben biraz önceki ben değilim. Bu tepeyi tırmanan benle bu bankta oturan ben, sonra aynı ağaçlı yoldan geri dönecek ben farklı insanlar. Zamanın etkilediği, değiştirdiği ben. Bunun farkına varan ben. Geçen zamanı seyrederken işte bunları düşündüm.

Ev dönüş. Sıcak sıcak ofuro (banyo). Dışarda takeler hışırdıyor, ama ne kadar sessiz bizim burası. Zaman akmaya devam ediyor.

Ve herşey ne sıradan.
Ne güzel.

10 Şubat 2007

Otomatik makina cenneti

Vending M.Vending M.
Vending M.Vending M.


Japonya'ya ilk gelenlerin gözüne çarpan şeylerden biri otomatik satış makinalarının bolluğu. Küçük kasabalar da dahil olmak üzere adım başı bir makina bulmak çok kolaydır. Japonya'da toplam 5.6 Milyon makina olduğu, 23 kişiye bir makina düştüğü biliniyor. Bu da Japonya'yı, dünyada bu makinaların en yoğun bulunduğu yer yapıyor.

Japonya'da pek çok şeyi otomatik makinalardan almak mümkün. Akla ilk gelen şeyler tabii yiyecek, içecek, sigara. Alkollü içecekler saat 23:00'e kadar. Bunun yanında ben tofu, manga, iç çamaşırı falan da gördüm. Benim görmediğim başka çeşitler de vardir mutlaka.

Japonlar kolaylığı çok sever, malum. Enflasyonun olmaması (uzun yıllardır %1'in altında) ve sokakların güvenli olması da makinaların kullanımını arttırdı. Bazen gazetelerde makinaların kırılmasi ve para çalınması ya da sahte parayla alışveriş yapılması cıkıyor (bunlardan birinde de Türklerin adı geçmişti maalesef.) Ama genelde sorunsuz işliyor sistem. makinalarin işlemesinde hoşuma giden şeyler şunlar:
Makinaların kağıt 1000 yenlik banknotları kabul etmesi
Kışın kutu içeceklerin (çay, kahve, çorba) sıcak olarak verilmesi
İçeceği doğrudan, sicak-soğuk kağıt bardakta verenler
Son zamanlarda çıkan, 23:00 den sonra da ehliyete "bakıp", reşit olduğunun kanıtını "gördükten" sonra bira verenler
Bizim Akbil benzeri demiryolları kartlarını okuyup parayı alanlar

Yeni, guzel örnekler gördükçe eklemeye devam edeceğim.

04 Şubat 2007

Setsubun - şeytan dışarı, şans içeri

Kyoto setsubunKyoto setsubun Kyoto setsubun
Kyoto setsubunKyoto setsubun Kyoto setsubun


Dün setsubundu. İlkbaharın yakın olduğunun müjdecisi. Eskiden Ay Takvimi kullanılırken yeni yıla denk gelirmiş bu zaman. Dün tüm evlerde yapılan seremoni mamemaki, fasülye serpme. Amaç kötülük getiren kötü ruhları evden atmak ve baharla birlikte refah ve mutluluğu davet etme. Evin reisi kapıdan dışarı ya da şeytan maskesi takmış bir aile ferdine ısıtılmış soya fasulyelerini fırlatırken, "Oni wa soto! Fuku wa uchi" (şeytan dışarı, şans içeri) diye bağırılır hep bir ağızdan.

Budist ve Shinto tapınaklarında da tören yapılır. Davetliler ya da şehrin ileri gelenleri fasülye fırlatır. Resimlerdeki Kyoto'daki Heian Jingu'da (Shinto tapınağı) 3 Şubat 2001'de yapılan törenlerden. Şeytanın "kaçırtılması ve kovulması" da görebilirsiniz. Sağ alttaki de bizim ev için aldığım mamemaki seti. Adete göre evin içinde yere dökülen fasülyeleri de toplayıp yaşın kadar yenmesi de gerekiyor, adetin bu bölümü bana pek uymadaığı için bu evde uygulanmıyor!

30 Ocak 2007

Japonya'da şamanizm

Shinto Tapınağı, Nagano

Orta Asya'nın eski dini Şamanizm hala Asya'nın bazı köşelerinde devam ediyor, değişik formlarda olsa da. Sibirya falan gibi biraz ücra köşelerde değil yalnız. Kore'de, Okinawa ve Japonya'nın kuzey bölgelerinde de.

Kore'de Şamanizmin hala uygulanıyor olması 1995'te ilk gittiğimde beni çok şaşırtmıştı. Şamanların kadın olması da. Bir gösteride kadınlar bol şarkılı ve sebzelerin meyvaların kutsandığı bir tören yapmışlardı.

Okinawa zaten Shinto değil tam olarak. Mezarlar falan ev gibi, ölüler yakılmadan yapılan seremoniler var. Daha çok animizm kökenli bir dinler var, Şamanizm de bunun bir parçası.

Shintoizm'in örgütlü din haline getirilmiş Şamanizm olduğu da söylenir. Çok farklı olduğunu düşünmüyorum ben de. Doğada var olan milyonlarca tanrı ve rahip...

Kuzeyde Şamanizm'in hala yaşadığını öğrenmek şaşırtmadı desem yalan olur. Japonya'nın Aomori tarafı hala oldukça izole geri diğer bölgelerden. Bu konu da zaten Doğu Asya'daki Şaman geleneğinin birleştiriciliğinden bahseden bir yazıdan dolayı ilgimi çekmişti.

Türkiye'deki bazı inançların Şamanizmle bağlantıları araştırılmış mıdır acaba? Mesela kadınların kurşun dökmesi, ağaçlara-yatırlara çaput bağlama falan. Olsa ilginç olurdu herhalde Doğu Asya ile olan kültür bağında yeni bir halka daha keşfedilmiş olurdu.

Aşağıda konuyu araştırırken bulduğum diğer yazılar:



Shintoism ve Şamanizmde kadinlar

Okinawa Şamanlığı ve mucizeleri

Okinawa'da din

24 Ocak 2007

Herşeye rağmen düşünmeye ve hissetmeye davet

Uzun yazmayacağım, hala kalbim kanıyor adeta.

Bir az önce dinlediğim Rakel Dink'in sözlerine takıldım: "Ah kardeşlerim..."

Yakınlarda hiç ama hiç içten bir konuşma dinlememiştim de...

21 Ocak 2007

Düşünüyorum, öyleyse vurun!

İnsan uzaklardayken acı haberler daha çok yaralıyor. "Doğal" ölümler yeterince kötü, ama faili meçhul cinayetler daha da kötü, çünkü o korku, belirsizlik insanın içine yerleşiveriyor.

Bugün hepimiz Hrant Dink'iz, Bahriye Üçok'uz, ASALA kurbanı elçileriz, Abdi İpekçi'yiz, Uğur Mumcu'yuz, Aziz Nesin'iz, Musa Anter'iz, Çetin Emeç'iz, Ahmet Taner Kışlalı'yız, Ermeniyiz, Kürtüz, Türküz, Süryaniyiz, Lazız, Pomakız, Boşnakız, Türkmeniz.

Ve hala düşünüyoruz.

14 Ocak 2007

Ertuğrul Faciası ve bugün

Onsen TapınağıOnsen TapınağıYilbasi2006


Geçen gün "
Ertuğrul Firkateyni su yüzüne çıkarılıyor" başlıklı bir haber vardı. Hemen web sitelerine baktım, www.ertugrul.jp adresi hemen hergün yenileniyor, proje, Ertuğrul ve ekip ile ilgili pek çok yazıya yer veriliyor. Bu proje beni çok heyecanlandırdı, çünkü Japonlar da bu olayı biliyor, Japonya ile ilişkilerimizin başlangıcına dayanan bu felaket günümüzde hala ilgi görüyor.

Geçenlerde bir arkadaş Japonca'da Kyuushutsu (Kurtarma) adıyla yayınlanan, alt başlığı da Nippon-Toruko Yuujou no Durama (Japonya-Türkiye dostuluğun öyküsü) bir kütabı gösterdi. Ertuğrul Faciasının Japonya tarafındaki öyküsünü, fakir köylülerin kendi vücutlarıyla hayatta kalan denizcileri ısıtıp, elleriyle besleyip hayata döndürmelerini, anlaşmaya çalıştıklarını anlatıyor. En son bölüm benim çok sevdiğim, geçen sene tam dün Koizumi Türkiye'yi ziyaretinde tekrar gündeme gelen, Ertuğrul'la bağlantılı bir başka hikayeyi anlatıyor.

1985'te İran-Irak savaşı sırasında Irak'ın bombardman tehdidi altında 215 Japon vatandaşı Tahran'da mahsur kalır. Batılı uçak sirketleri ancak kendi vatandaşlarını kurtarır. Japon Havayolları da (ne hikmetse) bir türlü ne yapması gerektiğine karar veremez. Hava saldırısının başlamasına çok az bir zaman kalmıştır. Tahran'daki Japonya Büyükelçisi Yutaka Nomura, Türkiye'nin Tahran Büyükelçisi İsmet Birsel'den yardım ister. Ve işte o anda Büyükelçi Birsel Ertuğrul kazazedelerine Japonların yardım ettiğini hatırlatır ve araya girerek THY uçağının Türkiye'den Japonları almak için hareket etmesini sağlar. 215 Japon THY uçağıyla Türkiye'ye oradan da Avrupa havayollarıyla Japonya'ya ulaşır.

Hiçbir Avrupalı havayolunun ve JAL'ın Tahran'da Japonlara yardım etmeyip Türklerin tehlikeyi göze alarak vefa borçlarını ödemesi, Japonları (ve beni de) çok duygulandıran bir hikayedir işte.

Tüm bunlara vesile olan Ertuğrul'un su üstüne çıkarılması çalışmalarını izlemeye devam edeceğim.