09 Kasım 2006

McDonald's Japonya'da yeni imaj satmaya çalışıyor



McDonalds'ı nasıl bilirsiniz? Sağlıklı yiyecekler satan bir kurum olarak düşunmek zor, değil mi?

Japonya'da da aynı. Özellikle son zamanlarda obesite, kan yağlarındaki artış falan günlük konuşulan konular. McDonald's da bu nedenle çok gözde değil. Bunun yanında Japon hamburgercileri eskiden beri piyasada ve onlarin daha sağlıklı imajları var. Mesela MOS Burger ve Freshness Burger. Bu şirketlerin ürünleri sürekli çevre, doğal beslenme, tazelik ve güvenilirlik üzerine.

Geçen seneden beri McDonald's da (geç de olsa) akıllandı. Genç kızlara daha çok hitap etmeye çalışiyor. Yandaki resim de benim iş yerinin karşisindaki Mc. Nasıl? Bilmeseniz sanki McDonald's salata barı işletiyor diye düşunursunuz degil mi? Bakalım millet "yiyecek mi"?

07 Kasım 2006

Bülent Ecevit'in arkasından

Ben yurtdışındayken eskilerden pek çok bildik sima öldü, öldürüldü.

Ecevit'i son başbakanlığı dönemiyle hatırlamak istemem. O benim için Kıbrıs için dünyaya meydan okuyan, mavi gömleği ve sıradan elbiseleriyle meydanlarda milyonları peşinden sürükleyen, hiç bir zaman gerçekleşemeyen gelecek için umutlandıran, idealist şair olarak kalacak.

Yine çocukluğumdan bir parça tarihe karıştı. İçimde bir şey kırıldı, zorla büyüdüm.

Tüm Türkiyemizin başı sağolsun.

06 Kasım 2006

Orhan Pamuk Japonca'da

Orhan Pamuk at Maruzen
3 yıl önce Benim Adım Kırmızı'yı okumuştum. Bir süre sonra Japon bir arkadaş da Japoncasını okudu. Yani Orhan Pamuk kısıtlı çevrelerce olsa da Japonya'da tanınmıştı.

Yandaki resimi Tokyo istasyonu yakınlarındaki Maruzen kitap evinin 2. katında dün çektim. Bir doğum günü hediyesi arıyordum, ve bu yıl Orhan Pamuk'un Nobel'i kazandığı yılda bir Türk olarak yazarın kitaplarından birinin çok uygun olacağini düşündüm.

Bu yıl aslında Japonya'daki bazı insanlar Haruki Murakami'nin Nobeli alacağını umuyorladı. Sonuç öyle olmayınca biraz hayal kırıklığı oldu. Bizim Orhan Pamuk'la ilgili tartıştığımız konular Japon gazetelerinde biraz çıktı. Ama bizim tartışmalarımız daha çok haber oldu diyebilirim.

Japonlar ortalama olarak olayların politik yanlarıyla pek ilgilenmezler.

İşte Orhan Pamuk'un Kar ve Benim Adım Kırmızı'sı "2006 Nobel Edebiyat Ödülü" etiketiyle tepeleme sergilenmekteydi. Gabriel Garcia Marquez'in kitaplarıyla beraber!

05 Kasım 2006

Tokyo'da 2. Dünya Savaşı sonrası yapıları tarihe karışıyor

Tokyo'da hem yer kıtlığı yani şehir içindeki arsaların pahalılığı, hem 1923'deki büyük Kanto Depremi, hem de savaşta hemen hemen şehrin tamamının yok olması sonucu eski yapı pek yoktur. Var olanlardan bazıları savaş sonrasının verdiği ilhamla o zamanın şartları içinde modernist olarak yapılardır. Bunlardan biri evvelki yıl tarihe karıştı: Omotesando Dojukai. Yıkılmadan önceki hali hala (neyseki) internette. Sanat galerileri, pencerelerinden sarkan değişik sanat yapıları ve duvarları kaplayan sarmaşıklarla Dojukai Harajuku-Omotesando bölgesinin özgür, biraz kisch havasının ayrılmaz bir parçasıydı. Yerinde Ando Tadao'nun tasarladığı Omotesando Hills yapıldı ve o organik bütünlük bozuldu. Bu konu da bloglarda işlendi: End of Omotesando. Dünkü Yomiuri'de bu sefer Asagaya Jutaku'nun aynı akibete uğrayacağından bahsediliyordu. Modernist landmark set to be razed. Şimdi bakıldığında çok da önemli görünmeyen bu yerleşim bölgesi yapıldığı 1958'de suyla temizlenen içerdeki tuvaleti, banyosu ve mutfağıyla feci modern kabul ediliyormuş. (1958lerin Türkiyesi demek ki o zamanın Tokyo'sundan daha "modern"miş.) Bu binaların yıkılması Dojukai'yle aynı neden. Eskilikten dolayı dairelerin yarısı boş, yaşayanların %60'ından fazlası 60 yaş üzeriymiş.

Denecek fazla bir şey yok. Biraz hüzünlü olsa da, ilerlemenin, gittikçe artan insan ihtiyaçlarının önlenemez sonucu.

02 Kasım 2006

Yarın tatil olunca bu gece sushi yemeli

Diye düşündüm ve geçen sene açılan, hiç gitmediğim kaiten-sushi'ciye gittim. Kaiten* sushi döner kemer üzerine konup servis yapılan nispeten ucuz bir sushi servis tarzı. Müşteri az olduğu için kemer üzerine dönenlerden değil de sipariş vererek doğrudan servis yapılan sushilerden seçtim. Yanında Sapporo fıçı birası, harikaydı.

Değişik sevdiğim çeşitleri denedikten sonra en son bence sushinin "şahı" namagaki-zushi (çiğ istiridye sushisi) aldım. Japonya dışında hayatta cesaret edemem, bozuk çiğ istiridye feci zehirler. Ama bu harikaydı. Çok tazeydi, hafif limon sıkılmıştı, ince yosun yaprağına sarılmıştı. Yavaşça kokusunu ala ala çiğnedim. Okyanus kokuyordu. Abartı yok, kendimi Okayanusta dalgaların arasında hissettim biran. Pasifiğin tuzuydu sanki o yumuşaklığa sinen.

30 Ekim 2006

Bence Honne ve Tatemae

Japonlarla iş için biraraya gelenler Japonların yüzlerindeki ifadesizlikten, evet/hayır yanıtlarındaki çelişkilerden gittikçe uzayan ve sonu gelmeyen müzakerelerden dert yanarlar. Hatta bu durum şimdilerde Batıda okutulan pek çok kültürlerarası işletme kitabının da konusudur.

İş toplantılarında gerçek niyetleri, düşünceleri açık etmemek tabii yalnız Japonlara özgü değil. "Poker-face" (poker yüzü) denen "elindeki kağıtları açık etmeme" aslında kesinlikle tavsiye edilen bir davranış. Peki neden Japonlara özelmiş gibi algılanıyor?

Bence yalnız iş hayatında değil gündelik yaşamlarında da bu davranışın, "honne-tatemae"nin genel insan ilişkilerinin bir parçası olması Japonları özel yapıyor. Honne kişinin kendi özel duyguları ve düşünceleri demek. Tatemae ise kişinin dışarıya vurduğu "zevahiri" duyguları ve düşünceleri. Kestirme düşünenler hele de biz Türkler için olay biraz ikiyüzlülük, harbi olmama diye düşünülebilir. Ama her kültürle ilgili meselede olduğu gibi, bir kültürde geçerli olan değer yargıları, diğerinde hiç bir anlam ifade etmiyor, ya da tam tersi etki yapıyor.

Honne ve tatemae de aslında mutlak değil karşıdaki insanın samimiyetine göre değişiyor. Ne kadar honne olsa da 100.000% samimiyet olamayabiliyor. Bazen insanların yalnızca kendinde sakladığı 100.000% gerçek düşünceleri duyguları olabiliyor. Bu yüzden işte görünüz ya da yüzeysel tepkilerin değerlendirmesi aldatıcı sonuçlara yol açabilir.

Peki bu Japonlara da uğraşılmaz deyip bırakmak mı gerek? Hayır, aslında çok zor değil. Karşıdakini dinlemek, dinlemek ve dinlemek, dahası yüz ifadesini, hal ve davranışlarını da adeta "dinlemek" gerekli. Alkollü toplantılar Batıda ve bizde olduundan daha da fazla bu "karşılıklı açılma, anlaşma" amacı için kullanılıyor. Yani son zamanların değimiyle "nominyukeishon" (nomu=içmek+communication).

Tabii herkes böyle değil, unutmamak gerek. Kişiye göre, ya da yerel özelliklere göre honne-tatemae dereceleri değişebiliyor.

Bu konuyu şirkette hergün gözlüyorum da, aklıma oradan geldi. Japonca bilmeyen ve bu konuda çok acemi olan Amerikalılar bazen çok çaresiz gözüküyor da.

24 Ekim 2006

Bayramınız Kutlu Olsun:)


Özellikle vatandan ayrı olanlarımız için (başka söze gerek yok):

YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR

Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...


Nazım Hikmet
Prag, 8 Nisan 958

19 Ekim 2006

Japonya'da ırkçılık

Kendi imkanlarıyla ev aramaya kalkan her yabacı bilir ki, ev sahipleri ve emlakçılarda ırkçılık had safhadadır. Son zamanlarda durum biraz düzelse de, temel sorun bence aynı. Hele Asyalılar ve zenciler için durum içler acısı.

Bazen dolubir trende yanıniz boşken bile kimse oturmaz, yan gozle bakarlar, ama ayakta kalmayı tercih ederler.

Şimdi şu haber gözüme çarptı: Plaintiff gets redress but not for racial bias. Haberden alıntı yaparsak, "McGowan testified that he was standing on the street with a friend looking at glasses in the front window when Narita shouted at him to leave, telling him he hated black people. Narita also told the court that he hated black people. The Osaka District Court ruled against McGowan in January, claiming there was no evidence of racial discrimination and it was questionable whether McGowan's Japanese language ability was sufficient to understand what Narita had said. The high court avoided ruling whether Narita's words and actions were racially discriminatory, but said it recognized that the remarks were illegal." Yani zenci adam dükkanın önünde arkadaşlarıyla duruken, Japon çıkmış, çekilsene, zaten zencilerden nefret ederim, demiş. Yerel mahkeme zencinin Japoncasınin ne dendiğini anlamaya yeterli olmaya bileceğini söylemiş, yani delil yetersizliği. Ama Japon mahkemede bile zencilerden nefret ettiğini kabul etmiş.Yüksek mahkeme hakarete karar vermiş, ama ırkçılık olup olmadığına değinmemiş.

İste böyle gariplikler de oluyor. Irkçılığı kabul de etmezler, yapıp ettikten sonra bile.

18 Ekim 2006

Ghibli film müzikleriyle anlık kaçışlar

Stüdyo Ghibli yalnız eşsiz güzellik ve saflıktaki filmleriyle değil, animelerdeki müzikleriyle de sevilir. Ghibli ile link ve bilgi internette oldukça fazla, ama Wikipedia her zamanki gibi iyi bir başlangıç.

Geçenlerde birden Prenses Mononoke (Princess Mononoke, Mononoke Hime) ana temasını hatırladım. Ve şimdi cep telefonumda. Akşam eve dönerken ıssız sokakta dinlerken tüylerim ürperdi. Film müzikleri Jou Hisashi'ye ait. Seslendiren Yoshikazu Mera (kendisi kontrtenor). Bulursanız tavsiye ederim. Bana filmin geçtiği yarı karanlık, ağaçların yosun tuttuğu nemli ama serin ormanları hatırlatır.

Japonya nükleer silah yapar mı?

Kısa yanıt bence yapmaz. En azından şu anda. Japonya atom bombasının gazabına uğramış ilk ve tek ülke olduğu için, kolayca missilleme, nükleer silahla tehdit yoluna gitmez. Halk desteği pek olmaz.

Bu konu nerden çıktı derseniz, bu günlerde Kuzey Kore ile yatıp kalkıyoruz da. Bu işin sonu belli değil. Kim İl Jong manyağın biri, adamı kimse kontrol edemiyor. Sonumuz hayırlı olsun.