30 Ocak 2007

Japonya'da şamanizm

Shinto Tapınağı, Nagano

Orta Asya'nın eski dini Şamanizm hala Asya'nın bazı köşelerinde devam ediyor, değişik formlarda olsa da. Sibirya falan gibi biraz ücra köşelerde değil yalnız. Kore'de, Okinawa ve Japonya'nın kuzey bölgelerinde de.

Kore'de Şamanizmin hala uygulanıyor olması 1995'te ilk gittiğimde beni çok şaşırtmıştı. Şamanların kadın olması da. Bir gösteride kadınlar bol şarkılı ve sebzelerin meyvaların kutsandığı bir tören yapmışlardı.

Okinawa zaten Shinto değil tam olarak. Mezarlar falan ev gibi, ölüler yakılmadan yapılan seremoniler var. Daha çok animizm kökenli bir dinler var, Şamanizm de bunun bir parçası.

Shintoizm'in örgütlü din haline getirilmiş Şamanizm olduğu da söylenir. Çok farklı olduğunu düşünmüyorum ben de. Doğada var olan milyonlarca tanrı ve rahip...

Kuzeyde Şamanizm'in hala yaşadığını öğrenmek şaşırtmadı desem yalan olur. Japonya'nın Aomori tarafı hala oldukça izole geri diğer bölgelerden. Bu konu da zaten Doğu Asya'daki Şaman geleneğinin birleştiriciliğinden bahseden bir yazıdan dolayı ilgimi çekmişti.

Türkiye'deki bazı inançların Şamanizmle bağlantıları araştırılmış mıdır acaba? Mesela kadınların kurşun dökmesi, ağaçlara-yatırlara çaput bağlama falan. Olsa ilginç olurdu herhalde Doğu Asya ile olan kültür bağında yeni bir halka daha keşfedilmiş olurdu.

Aşağıda konuyu araştırırken bulduğum diğer yazılar:



Shintoism ve Şamanizmde kadinlar

Okinawa Şamanlığı ve mucizeleri

Okinawa'da din

24 Ocak 2007

Herşeye rağmen düşünmeye ve hissetmeye davet

Uzun yazmayacağım, hala kalbim kanıyor adeta.

Bir az önce dinlediğim Rakel Dink'in sözlerine takıldım: "Ah kardeşlerim..."

Yakınlarda hiç ama hiç içten bir konuşma dinlememiştim de...

21 Ocak 2007

Düşünüyorum, öyleyse vurun!

İnsan uzaklardayken acı haberler daha çok yaralıyor. "Doğal" ölümler yeterince kötü, ama faili meçhul cinayetler daha da kötü, çünkü o korku, belirsizlik insanın içine yerleşiveriyor.

Bugün hepimiz Hrant Dink'iz, Bahriye Üçok'uz, ASALA kurbanı elçileriz, Abdi İpekçi'yiz, Uğur Mumcu'yuz, Aziz Nesin'iz, Musa Anter'iz, Çetin Emeç'iz, Ahmet Taner Kışlalı'yız, Ermeniyiz, Kürtüz, Türküz, Süryaniyiz, Lazız, Pomakız, Boşnakız, Türkmeniz.

Ve hala düşünüyoruz.

14 Ocak 2007

Ertuğrul Faciası ve bugün

Onsen TapınağıOnsen TapınağıYilbasi2006


Geçen gün "
Ertuğrul Firkateyni su yüzüne çıkarılıyor" başlıklı bir haber vardı. Hemen web sitelerine baktım, www.ertugrul.jp adresi hemen hergün yenileniyor, proje, Ertuğrul ve ekip ile ilgili pek çok yazıya yer veriliyor. Bu proje beni çok heyecanlandırdı, çünkü Japonlar da bu olayı biliyor, Japonya ile ilişkilerimizin başlangıcına dayanan bu felaket günümüzde hala ilgi görüyor.

Geçenlerde bir arkadaş Japonca'da Kyuushutsu (Kurtarma) adıyla yayınlanan, alt başlığı da Nippon-Toruko Yuujou no Durama (Japonya-Türkiye dostuluğun öyküsü) bir kütabı gösterdi. Ertuğrul Faciasının Japonya tarafındaki öyküsünü, fakir köylülerin kendi vücutlarıyla hayatta kalan denizcileri ısıtıp, elleriyle besleyip hayata döndürmelerini, anlaşmaya çalıştıklarını anlatıyor. En son bölüm benim çok sevdiğim, geçen sene tam dün Koizumi Türkiye'yi ziyaretinde tekrar gündeme gelen, Ertuğrul'la bağlantılı bir başka hikayeyi anlatıyor.

1985'te İran-Irak savaşı sırasında Irak'ın bombardman tehdidi altında 215 Japon vatandaşı Tahran'da mahsur kalır. Batılı uçak sirketleri ancak kendi vatandaşlarını kurtarır. Japon Havayolları da (ne hikmetse) bir türlü ne yapması gerektiğine karar veremez. Hava saldırısının başlamasına çok az bir zaman kalmıştır. Tahran'daki Japonya Büyükelçisi Yutaka Nomura, Türkiye'nin Tahran Büyükelçisi İsmet Birsel'den yardım ister. Ve işte o anda Büyükelçi Birsel Ertuğrul kazazedelerine Japonların yardım ettiğini hatırlatır ve araya girerek THY uçağının Türkiye'den Japonları almak için hareket etmesini sağlar. 215 Japon THY uçağıyla Türkiye'ye oradan da Avrupa havayollarıyla Japonya'ya ulaşır.

Hiçbir Avrupalı havayolunun ve JAL'ın Tahran'da Japonlara yardım etmeyip Türklerin tehlikeyi göze alarak vefa borçlarını ödemesi, Japonları (ve beni de) çok duygulandıran bir hikayedir işte.

Tüm bunlara vesile olan Ertuğrul'un su üstüne çıkarılması çalışmalarını izlemeye devam edeceğim.

05 Ocak 2007

2007'nin ilk sürprizleri tapınakta

Onsen TapınağıOnsen TapınağıYilbasi2006


İslamda bedenen, parayla ve hem bedenen hem parayla yapılan ibadetler vardır. Japonya'da ibadet üçüncü kategoriden. Tapınaklara gidilinir, sunak önündeki kutuya para atılır, sonra Budist ya da Shinto adetine göre dua edilir.

Yeni Yilin hatsumode duası da benzerdir. Büyük ve ünlü tapınaklara gitmek adettendir. Tokyo'daki Meiji Tapınağını 2006'da 3 milyondan fazla kişi ziyaret etmiş! Geçtiğimiz yıllarda Tokyo dışındaki büyük bir tapınakta gece 31'i gece kuyrukta beklerken şunu görmuş ve hayret etmiştim: kuyrukta bekleyenlerin dışında bir grup görevlilerin arasından geçiveriyordu. Meğerse onlar onbin yen ödüyorlarmış ve sunakta da daha önde durmaya hak kazanıyorlarmış. "Ne kadar paran varsa o kadar yakınsın tanrıya" der gibi. Budist ve Shinto tapınaklarındaki pek çok ibadetin para raicinin olduğunu da sonradan keşfettim. Dinde eşitlik ilkesiyle eğitilmiş benim için bu büyük bir şaşkınlıktı.

Bu yıl yakınlardaki basit ve küçük tapınakları tercih ettik, tercihimiz de isabetli oldu. Soğukta uzun kuyruklardan kaçmış olduk. Tatlı bir iki sürpriz de oldu. İki Shinto tapınağında yaşlı baş rahipler bizzat sunakta insanları kutsuyordu. Budist tapınağında (sağdaki resim) da rahipler canla başla dua ediyorlardı. Küçük Shinto tapınaklarından birinde gönüllü amcalar mandalina ile sake dağıttılar.

2007 böyle mütevazice başladı işte.

02 Ocak 2007

Yılbaşı yemeğim

Onsen TapınağıOnsen TapınağıYilbasi2006


Bugün dışarısı çok sessiz, sokakta da koto çalıyor. Ylın en sevdiğim zamanı.

31 Aralıkta süpermarkette Japonların yeni yilin ilk günlerinde evde yedikleri osechi denen yemek türü satılıyordu. Yalnız yılbaşında yenir. Eskiden yeni yılın ilk günlerinde kesinlikle yemek yapılmazmış. Şimdi de gerek ev kadınlarının artan meşguliyeti hem de pazarda taze mal olmaması nedeniyle yıl sonunda evlerde yapılıyor ya da dışarıya özel sipariş veriliyor. Osechi genelde haşlama yiyeceklerden oluşur, soya sosu, sirke ve hafif tatlı alkolü az sake, mirin kullanılır. Kullanılan yiyecekler değişebiliyor, satan yere göre. Kutu içindeki her yiyeceğin özel anlamı var ve geleneksel nedenlerle genelde sağlık, bereket ve uzun ömürü sembolize ediyor. Aslında özel yerlerde 200$'a kadar varan fiyatlarda satılıyor bu bayram yemeği, ama süpermarkette daha uygun tabii, 1900 yen. Ben de kendim için bu ucuz türünden aldım.

Soldaki resimi anlatmak istiyorum bu yazıda. Sag alttaki "kirmizi pilav" ozel gunler icin hazirlanir, kestaneli ve ankoludur (kırmızı fasülye). Sağ üstteki yumurta ve tavuk suyuna yapilan bir çesit tuzlu pudding. İçinde sebze, mantar ve karides var. Asıl osechi'ye gelince, sol üstten başlayarak, Japon daikon turbunun turşusu, kestane, katılaştırılmış balık ezmesi kamaboko (kırmızı-beyaz kutlama anlamina geliyor, şekli ve renkler aynı zamanda doğan güneşi sembolize ediyor), siyah fasulye sekerlemesi kuro-mame, awabi (denizkulağı) denen pahali bir çeşit istiridyenin tuzlamasi, ufak balik ve cevizlerin kızartması, turp-havuc salatasi (yine kirmizi-beyaz kutlama anlaminda), balik yumurtaligi haşlaması ve konbu yosunu turşusu, tatlı yuvarlak ve özel olarak kesilmiş omlet.

Bu yılbaşı bu türe kısmetmiş. Seneye başka bir türü denemek üzere...

2007'ye NHK'le girdim


Uzun zaman oldu yazmayalı. Yılsonu partileriyle geçti çoğu zaman. Japonlar yılsonunda "bounenkai, yılı unutma" partileri yapar. Aralığın başından beri bu yemekli içkili toplantıların ardı arkası gelmedi. Karaciğer ve cüzdan için çok iyi bir dönem değil.

Bu yıl yılbaşını partilerde geçirmek yerine evde geçirmeyi tercih ettim. NHK'nin (Japonya'nın TR'si) düzenlediği özel programı seyrettim. Bu program çok uzun zamandır devam eden bir yarışma aslında, "kouhaku uta gassen, kırmızı-beyaz şarkı yarışması". (Kırmızı kadınlar, beyaz erkekler, kırmızı-beyaz aynı zamanda kutlama zamanlarında kullanılan renklerdir, yılbaşı Japonya'da bayramdır.) Saat 11:30 civarında halk oylamasıyla kazanan grup belirleniyor. Programa katılanlar medyanın en ünlüleri, seçim de en iyi ve gösyerişli performansa veriliyor. Bu yıl konuklar arasında Ken Watanabe de vardı. Clint Eastwood'un Iwojima'dan Mektuplar filminde Son Samuray'dan bile iyi performans verdiği söyleniyor. Tabii spor dünyasından buz pateni şanpiyonu Shizuka Arakawa da. Enka'dan Caza, Pop Müzikten Klasiğe her şeyin olduğu programın şarkıcıları da Angela Aki, Hikawa-chan, Akiko Wada, Smap, Tokio, Ayumi Hamazaki gibi her dem TV de boy gösteren ünlülerdi.

NHK tema olarak "furusato, sıla" konusunu belirlemişti. Japonya'da pek çok insan aslında büyük şehirlere çalışmaya gelir, sonra köylerini, ailelerini özler durur. Bazı şarkıcılar yakınlarda ölen anne, baba ya da büyükanneler için söylediler. Duygusal anlar yaşandı. Eğlence yerine bu hüzünlü havada mı yeni yıla gireceğiz derken Dreams Come True büyük bir show yaptı, en son çıkan enka şarkıcıları da devam ettirdi, erkek enka şarkıcının showu ve Smap sayesinde yarışmayı erkekler kazandı.

11:40dan itibaren Japonya çapındaki ünlü tapınaklardan canlı görüntülere yer verildi. İnsanlar çoktan sunaklar önünde yeni yıl duaları için uzun kuyruklar oluşturmuştu. Japonya'daki Korelilerin tapınaklarına bağlanılması ilginçti, çünkü Japonya'da yapılmayan şekilde Budist dualarını yapıyorlar, secde ederek. Kyoto'daki büyük çanların çalmasıyla yeni yıla girilmiş oldu.

13 Aralık 2006

Japonlarda sorumluluk duygusu

Yine geniş bir konu ama doğrudan konuya gireyim. Japonlar da mümkünse bir konuda sorumluluk almak istemezler, temelde. Ama eğer sorumluluk alınacaksa, yani başka çare yoksa, sonuna kadar da alırlar. Basında da çıktığı gibi sorumluluğun sonu intihara kadar gider bazen, özellikle de özel sektörde.

Halk geçmiş hükümetleri bu tür şeylerde sorumlu tutar örneğin: dış ilişkiler (K. Kore'ye kaçırılan konusunda yıllarda pasif kalındığı için, Çin'in ve ABD'nin dayatmalarına boyun eğildiği için) ve halk sağlığını tehdite eden ihmaller. (80'li yıllarda ısıtılmamış kan ürünlerinin, Amerika'da yasaklandıktan sonra Japonya'da hemofili hastalarına uzun süre verilmeye devam etmesi sonucu o zamanki hastaların %50sinin HIV'ye yakalanması olayı güzel bir örnek. Mahkeme 10 yıl sürse de, sonuçta devleti sorumluluk almaya mahküm etti. 90lı yıllardan beri HIV/AIDS hastalarının masraflarının büyük bölümü, bazen tamamı devletçe ödeniyor.)

Klasik bir Türk-Japon farkı. T.C. Başbakanı AB olayı için TV'de haksızlık falan gibi laflar edebiliyor Türkiye'de. Ne duygusal ve sorumsuzca! Burda olsa Japon Millet Meclisi (Diet) çınlardı: "Siz o parayı sokaktaki adamın söyleyip teselli bulacağı lümpen maazeretleri sıralamak için almıyorsunuz. Sonucu milletin hedeflediği şekilde milli çıkarlar doğrultusunda çıkarmak göreviniz. Maazeretleriniz de sizin sorununuz. Hak-mak göreceleridir, geçin bunları Avrupalılara herşeyi yıkarak sorumluluktan kaçamazsınız." Belki Dışişleri Bakanı istifaya zorlanırdı.

Japonya ile memleketimi karşılaştırmamaya çok özen gösteririm. Elma armut gibi birşey. Ama bazen öyle şeyler oluyor ki...Kendimi tutamıyorum işte.

11 Aralık 2006

Japonya'da Sonbahar

Onsen TapınağıOnsen TapınağıSonbahar
Shirogin RyokanShirogin Ryokan çayShirogin Ryokan


Japonlardan bazısı, şaşırtıcı olsa da dört mevsimin yalnız kendi adalarına özgü olduğunu sanır. İsrarla sorarlar, yanıt da "evet bizim taraflarda da dört mevsim vardır yani" olunca nedense çok şaşırırlar. (Hiç bir Türk'ün aklına böyle bir şeyi sormak gelmez herhalde.)

Dört mevsimle ilgili olarak ben aslında biraz onlara hak vermek başladım. Türkiye de dahil olmak üzere, pek çok yerde baharlar aslında biraz kısa. Geç geliyor çabuk bitiyor. Burda iklimden olsa gerek, baharlar olması gerektiği gibi 3er ay, hakkıyla.

Japonya sakuralarıyla ünlü olsa da benim zevkini çıkardığım mevsim Sonbahardır. Yapraklar Tokyo bölgesinde Aralık başına, hatta ortasına kadar yavaş yavaş sararır, ya da kızarır. Ama dökülmez. Hava yavaş yavaş soğur, yaprakları kopartacak fırtına yağmur pek olmaz. Renkleri için özellikle yetiştirilen ve dikilen iki ağacı severim: en üst soldaki kırmızısı momiji (Japanese Maple, Japon Akçaagaci), yanındaki sarı da Ichou(Ginkgo, Mabet ağacı).

Doğadaki renk bolluğunu görmek için başta Kyoto olmak üzere pek çok yere geziler düzenlenir. Doğanın sunduklarının tadını yavaş yavaş çıkarmayı severler, Japon kültürünün ana temalarından biri daha.

04 Aralık 2006

Dev yengençler

Yengec akvarymuYengec Kalesi konseri
Kenraku-enHigashi-yama

Tokyo'da sokaklarda gezerken bazı restoranların tabelalarının yanında dev yengenç maketleri görülür. Bunlar iki adam boyu kadar vardır. Daha da korkuncu bacakları ve kıskaçlarının otomatik hareket etmesidir. Uzaylı yaratık ya da mutasyona uğramış dev örümcek gibi şeyleri bu boyutta görmek beni açıkçası ilk başlarda çok korkutmuştu. Üstelik hiç de iştah açıcı değil diye düşünmüştüm.

Hala daha bu reklam metodunun değerini çok anlamış değilim. Japonlar benim gibi korkup ürkmüyorlar herhalde. Tam dersi çok lezzeli buluyor belki bu dev maketlerin çağrıştırdıklarını.

Lezzete gelince ikna oldumu söyleyebilirim. Kışın yengeç piyasaya çıkar ve her sene yazın kendini özletir. Bir arkadaşın dediği gibi, o kadar zırh, alet edavat bir işe yaramaz, penseler ve tığ gibi özel aletlerle o kabuklar kırılır, beyaz yengenç eti sıyrılır ve çoğunlukla limonlu sosa batırılıp ağza atılır. Kömür ateşinde pişmişi, tempurasi, haşlanmışı, çiğ olarak (sashimisi) hep iyidir.

Fotoğraftakiler sırayla: Tokyo'da bir restoranda akvaryumdaki dev yengeç, pişmiş haliyle benim yememi bekleyen yengeç bacakları, Kanazawa'da balıkçı tezgahında yengeçler.