"Ortak Renkler", ortak renklerimiz. Bu sayfaları okuyanlar belki kendilerinden bir şeyler bulacaklar benim renklerimde.
09 Kasım 2008
Yayıncı arıyorum
Sizce tutar mı?
Tutacağını varsayarsam, sonraki en önemli sorun konuya ilgi duyacak bir yayıncı bulmak.
Tanıdığınız, tavsiye edebileceğiniz bir yayıncı var mı?
Tabii kağıt baskı için uygun hale getirmek için bir hayli çalışmak gerek, böye bir yayıncı bulsam bile.
08 Kasım 2008
Ortak Renkler taşınmalı sanırım
Lehman Bros.ın ve dünya finansal sisteminin çöküşü ve Japon yeninin YTL'ya karşı yaklaşık %50 değer kazanması.
Obama'nın yakın zamana kadar bilinmeyen tecrübesiz bir senatörken başkanlığa yükselmesi.
Ve TR'de yasakçılığın internete yayılması.
Blogger şu anda açılmış:
Erişime engelleme kararının, “eksik olan delil”lerin ulaşmasına kadar kaldırıldığı belirtiliyor. Eksik olan deliller ulaştığı zaman erişim tekrar engellenebilir.
Ortak Renkleri Commoncolors'a taşımayı düşünüyorum. Ama bu durumda bile okuyucuların yorum koyması mümkün değil sanırım, eğer blogger yasaklanırsa.
Ne dersiniz?
12 Eylül 2008
Ufak bir ara
Yarın tatil için İst.a hareket ediyorum. Bir süre yazamayacağım.
Hepinize selamlar, sevgiler.
04 Eylül 2008
"Ben sizden farklıyım"
Fukuda-san meğerse gider ayak kariyerindeki en ilginç şeyi yapmış. Japonca'da gazeteciye verdiği "Benden sizden farklıyım" yanıtı karşısındaki gazeteciyi küçük gören bir ifade. Bu kimsenin beklemdiği bir böbürlenme ifadesi. Anında haber oldu ve silah doğrultan ASCII art'tan T-Shirt, mug, çantalar internetten siparişle basılıp satılıyormuş.
En son cümle İngilizce'ye tam çevrilmemiş. Aslında işten ayrılanların kullandığı "bana verdiğiniz emekler için minnettarım" a yakın bir ifade.
ASCII ART
Benden sizden farklıyım T-shirtü
03 Eylül 2008
Eski neslin kompleksleri
Bu veciz lafı 1971'de Japonya'da ilk McDonald'ı açıldıktan sonra şirketin Japon ortağı Den Fujita-san söylemiş. Eski nesilde sık görülen, beyaz ırka biraz gıpta ve hayranlıkla bakma alışkanlığı. Amerikan işgaliyle beraber bu özenti yaygınlaşmış. Okuyunca çok güldüm.
Working for McDonald's in Europe
02 Eylül 2008
Bazen de böyle canavar
Peygamber devesinı ilk defa Japonya'da gördüm. Bu da apartmanın duvarındaydı. Orada olmasa farketmezdim. Dikkatli bakmadıkça bunu yapraktan ayırmak çok zor.
Japoncası "kamakiri", yani orakla kesen.
Yeni başbakan, Aso-san?
Aslında LDP karizmatik bir lider olmazsa 2009 Eylül'ündeki seçimleri kaybedeceğinı anladığı için bu görev değişimi istedi. LDP'nin kıdemlileri vitrine karizmatik birini koyar, seçimleri kazandıktan sonra da bildiklerini okumaya devam ederler. Koizumi döneminde de benzer olaylar olmuştu. Esaslı reform yapma zamanı gelince bu LDP liderleri olabildiğince engelleme taktiklerine başvururlar.
Aso-san umut verici. Geçen hafta International Manga Awards'da Aso-san'dan bahsetmiştim. Ama gerçekte neler başarabileceğini zamanla göreceğiz.
01 Eylül 2008
Yazın sesi pek şirin değil
Bu yaz Ağustos başın akadar sesleri duyulmadı. Yaz bitti zannetik. Sonra Ağustos'un ilk haftası iyice sıcaklar basınca ortaya çıktılar. 24 saat seranat. Evin etrafı biraz bahçelik olduğu için artık uyunmaz. 7 yıl yeraltında bekledikleri sonra 7 gün yaşadıkları söylenir.
Japonca'da hepsi "Semi" olsa da bu türün adı, çıkardığı sesten ötürü: "tsuku tsuku boushi"
29 Ağustos 2008
Uluslararası Manga Ödülü
Bu yarışmayı başlatan da (hiç şaşırmadım) o zamanki Dışişleri Bakanı Aso-san. Aso-san halen LDP genel Sekreterliğini yürütüyor. Çok iyi İngilizce konuşuyor ve karizmatik bir kişiliği var. Akihabara merkezli otaku kültürünü yakından izleyen Aso-san'in böyle bir yarışma başlatması cok akıllıca. Japonya dışında bu iş oldukça ilerlemiş durumda. Biraz destekle daha ön saflara ilerleyecek.
International MANGA Award
27 Ağustos 2008
Japonya'dan olimpiyat izlenimleri
Çiğ bir milliyetçilik gösterisine dönüştü herşey. Tüm harcanan para ve emek ortaya mükemmel bir sonuç çıkarsa da 20-30 yıllarda yaygınlaşan ve bizim de 19 Mayıslarda alabildiğine sürdürdüğümüz büyük gövde gösterilerinin son gelebileceği nokta gibi gözüktü. Çin bayrağını olabildiğine görkemle dalgalandırmaya çalışan askerler örneğin, olimpiyatların barış temasıyla oldukç zıttı.
Olimpiyat komitesinin nasıl Çinlilerin oldu bittiye getirdiği olaylara göz yumduğu hikayeleri vardı bugün gazetelerde. Tabii Çin-Japonya badminton maçında izleyicilerin "öldür-öldür" diye tezahurat yapmaları da kural tanımaz, centilmenlikle alakası olmayan Çinli gözü dönmüş kalabalık imajını pekiştirdi.
Birbirnin aynı mükemmel gülümseyişle sırıtan hostesler, hatta kapanış seremonisindeki ünlü şarkıcılar ve diğer ülkeleri "desteklemekle" görevlendirilen "gönüllü" izleyiciler de devlet planlamasının kuklalaştırdığı kalabalıkları iyi temsil ettiler.
Neyse şu anda Japonya-Çin değil, Çin-G. Kore olayı tırmanıyor: kapanıştaki haritada Japon Denizi, bu isimle gözüktü. Oysa Koreliler bu isimden nefret eder ve o denizin uluslarası platformda da "Doğu Denizi" olarak anılmasını ister. Şimdi onlar bu meseleye odaklanmış durumda.
23 Ağustos 2008
Olimpiyatlarda Japonlar ve biz
En fazla hırslandıkları dal Judo. Uluslarası yarışmalarda yapılan Judo, Japonların geleneksel Judo'sundan kurallar açıdından farklı. Japonlar uluslarası kurallara çok ısınmış değiller. Kafalarında "bu gerçek Judo" değil düşüncesiyle oyuna çıkıyorlar. Rakipleriyse tabii ne olursa olsun kazanma amacıyla hareket ediyor ve tabii sonuca gidiyor. Japonlar bu yıl Judo'da bekledikleri kadar madalya alamadıkları için üzgün.
Bugün itibarıyla 25 madalyayla 8. sıradalar.
Bizimkiler de ellerinden geleni yaptılar. Sovyet Blokundan gelen İslam ülkeleri dışında en iyi derece yine bizde. Yine de sporcular daha çok desteklense, şimdiye kadar ilgimizin olmadığı dallara da eğilinse 3-4 olimiyat sonra daha iyi sonuçlar alınabilir.
21 Ağustos 2008
Neden Japonlar İngilizce konuşamaz?
Japonlarla iş yapanlar, muhattap olanlar bilirler, ortalama olarak Japonların İngilizcesi iyi değildir. Üstelik kurslara giderler, bu eksiklikten yakınırlar, özür dilerler.
Konu üzerinde de çok tartışılır, nedenleri incelenir. Önemler alınmaya, çözümler üretilmeye çalışılır. Anaokullarına İngilizce dersi konması gibi...
Benim gözlemlerim şöyle:
Yapılan araştırmalara göre Japonların algıladıkları ses aralığı dar. Bunun çevresel mi genetik mi olduğunu bilmiyorum. "L" ve "R" seselerini ayırtedememeleri beyin MR'larıyla yapılan testlerde görülmüş. Aynı zamanda Japonca grameri oldukça basit. Çok benzer olsa da Türkçe'nin grameri bile daha karmaşık. İngilizce grameri anlamaları zaman alıyor.
Japonya'da işe girerken, pek çok dalda İngilizce bilme zorunluluğu yok. Türkiye'dekinin tersine, gerçekten gerekmedikçe TOEIC/TOEFL şu kadar olacak diye de yazılmaz iş ilanlarına. Bu durumda pek çok insan için İngilizce bilme kırk yılda bir gidilen yurtdışı gezilerinde ufak denemeler yapılacak bir eğlence aracından öteye gitmiyor.
Okullarda üniversite sınavlarında çıkacak şekilde daha çok teorik konularda okuma ve yazmaya önem verilirken, özel kurslarsa daha çok pratiğe ağırlık veriliyor. Birbirini tamamlaması gereken bu yetenekler farklı yönlerde gelişiyor ve temeller tam yerleşmiyor. Bazı kursların oldukça ticari olduğunu da eklemek gerek. (Resimdeki ilan ünlü kurslardan biri. Bire bir derslerin reklamını yapmış: "Nereden bakarsan bak en iyi konuşup dinleyebileceğin bire bir ders.")
Bunların üstüne bir de Japonların mükemmeliyetçliği var. Bir konuda derinleşmeden, uzmanlaşmadan fikir beyan etmek istemezler, laf etmezler. Oldukça üst seviyeye gelmeden de İngilizce konuşmada pratik yapamazlar. Bu da tabii dil öğrenmede kısır döngü.
Yeni nesille bunların değişme şansı var. Dışarı daha açıklar, risk alabiliyorlar, özgüvenleri eksik ama en azından dış dünyaya daha açıklar.
Bakalım nasıl olacak bundan sonra?
18 Ağustos 2008
Yazın yaşlılar dikkat
İki sene önce vefat eden M. Amcanın eşi Keiko Teyze Cuma hastanede vefat etti. Kırıktan yatıyordu, sabah ölü bulmuşlar.
İst.da çok yakın arkadaşımın annesi de beyin kanamasından hastanede. Hala bilinci tam yerinde değil.
Biraz önce Saitama'dak cenazeden geldim. Budist cenazesine hala alışamadığım için nerede durup ne yapmam gerektiğini sağıma soluma bakarak ayarlayabildim yine.
Herkese cenaze çıkışı verilen pakette sake, nori (kurutulmuş yosun yaprağı), teşekkür kartı ve içinde tuz paketi vardı. Evin kapısından girmeden tuzu üstüme serptim.
Daha 2 yıl önce Keiko Teyze bize havaifişek gösterilerini izlerken atıştıralım diye sebzeli pilav yapmıştı. Kocasının ölümünden sonra 2 yıl dayanabildi.
14 Ağustos 2008
Dövme yasağı
Yukardaki uyarı bir halk plajının girişinden. Hertürlü dövme yasak. Bu ilana halk hamamlarında, kaplıcalarda alışkınız. Ama plajda ilk defa gördüm.
Aslında neden bu yasağın olduğunu bilmiyorum. Deride kirli bir görüntü veren kiri gizleyen dövmeyle aynı suya girmek istemeyenler olabilir. (Özellikle herkesin temizlenip girdiği hamamlar ve kaplıca havuzlarında.) Ya da dövme vb. gibi şeyler yakuza sembolü olduğundan bu tipleri yaklaştırmamak için.
Japonya'ya gelirseniz aklınızda olsun!
10 Ağustos 2008
Televizyondan hanabi (havai fişek)
Her hafta sonu bir yerde havaifişek gösterileri, yarışmaları var. Sokaklar inanılmaz kalabalık, istasyonlar da insan kaynayınca, bazen evde TVden takılmak da gayet iyi bir yol. Ne kadar ünlü varsa yukatalarını giyip hanabi programı sunmaya çıkar. Resimdekiler geçen seneki Sumidagawa Hanabi-taikai'den. Hanabiden çok rahat olma, yemek-içmek eğlenceli. Japonları sokaklarda, TVde yukatalı görmek de tatil havası veriyor.
06 Ağustos 2008
Hiroshima'da güzel bir gün
Bugün Hiroshima'ya Atom Bombasının atılmasının 63. yıl dönümü.
Olayın bilinen gerçeklerini değil, geçen Mayıs ayında gittiğim Hiroshima gezisinden izlenimlerimi aktaracağım bu yazıda.
İlk bakışta şehri Japonya'daki diğer orta büyüklükteki şehirlerden ayıran hiç bir şey yok. Hiroshima havaalanı, istasyon, bol yeşillik, her yerde olan evler, binalar, dükkanlar, alışveriş merkezleri.
Ve sonra şehir merkezi. Ota nehri. Sonra yollar artık "Atom Bombasi Kubbesi"ne çıkar. Çekim merkezi orası olur. Fotoğraf çeken turistler ve bomba sonrası görüntüler olmasa binanin herhangi bir doğal afet nedeniyle bu hale geldiği düsünülebilir. Etrafta kollarında "gönüllü" yazan yaşlıca insanlar olayları anlatmak ya da fotoğraf çekmek için dolanır. Bizim de yanımıza bir yaklaştı ve nehre bakan bakışlarımızı yakalıyarak şunu anlattı: Bomba aynı bizim yaşadığımız gün gibi güneşli ve sıcak bir günde atılmış. Çok ağır yanan insanlar nehre koşmuş. O günlerde kullanım için gerekli tüm demir, savaş için toplandığından okul üniformalarının düğmeleri pişmiş kilden yapılırmış. Bugun bile nehrin dibinden hala bu düğmelerden çıkarmış. Parlak ve yarı saydam akan temiz suyun bugünkü görünümüyle, bomba sonrası insan dolu hali hic örtüşmüyor kafanızda.
Nehrin öbür tarafında Atom Bombası Anma Müzesi ve Barış Parkı var. Park ünlü Japon Mimar Kenzo Tange'nin eseri. (Tange-san Tokyo Shinjuku'daki Tokyo Metropolitan Government Building ve Odaiba'daki Fuji Televizyonu gibi modern, dev yapıların da mimarı aynı zamanda.) Parkta Shinto tapınaklarınin sessiz huzuru hakim. Ölenlerin anısı için en uygunu da bu olurdu zaten. Müzeye doğru yol alınırken, yolun çok hafif yukarı meğillendiği, böylece müze seviyesinden bakıldığında Kubbe ve anıtların aşağıda kaldığı farkediliyor.
Nagasaki'de içim elverip de müzeye girememiştım. Bu sefer de kanlı detayları atlamaya kararlı olarak müzeye girdim. Barışın da ötesinde yaşamı koruma, yaşama değer verme teması ağır basıyordu. Resimler, yazılar görüntüler, maketler.
Çıkışta temiz havaya ve mavi göğe kavuşmak çok güzeldi. Derin derin nefes aldım, parktan görülenlere bakarak. İnsan nefes alınca gerçekten yaşadığını hisseder, mavi gökte ruhunun eridiğini düşler ya.
İşte en az 70 yıl yeşillik bitmez denen şehirde, bombanın düştüğü merkezde bile ağaçlar, çiçekler fışkırmış. Yaşam devam edecek gücü bulmuş.
Hiroshima'da bile.
04 Ağustos 2008
Otaku'dan gözlemler
Birincisi Fransız cosplay sevenleriyle ilgili. Japon cosplaycileri, olmak istedikleri karaketerin mükemmel karbon kopyası olmak isterken, Fransızlar kişisel yaratıcılıklarıyla tam olarak katogorize edilemeyen karakterler oluyor, demiş ve şaşırmış.
Bunda şaşıracak ne var ki? Japonlar şablonları severler, herşeyin olması gerektiği gibi bir şekli vardır, ve bu mutlaktır. Emek bu mükemmel uygunluğu yakaladıkça övülür. Yabancılar için tabii tam tersi. (Bu konuda başka bir yazı yazmak gerek.)
İkincisi Fransız Japonya hayranlarının gerçek olmayan hayali bir Japonya imajı ile yaşadıkları.
Bunda da şaşırcak bir şey yok. Uzaklık, fiyatlar ve ülkenin hala biraz içine kapalı yaşması nedeniyle çok fazla bilinmiyor, günümuzdeki Japonya. Üstelik her ülkenin imajı, gerçeğinden biraz farklı. ABD gibi her zaman imaj bombardmanına tutulduğumuz bir ülke için bile bu böyle. Üstelik kültür denen şeyin o kadar değişik açısı var ki!
A dream too beautiful to awaken from
02 Ağustos 2008
Japonya'da yaz-3
Yine bizim festivalden. İlk videodaki adamların taşıdığı nesne "mikoshi", ufak seyyar bir shinto tapınağı. Arabadakilerde geleneksel şeytan kaçırtma hikayesi.
Japonya'da yaz-2
Bizim evin ordaki yaz festivalinden iki görüntü. Birincisi, tabii bizim döner (sarı kağıtta Türk yemeği yazıyor.) Artık böyle mahalle festivallerine kadar yaygınlaştı. İkincisi harika bir kabuklu deniz mahsülleri ızgarası. Midye, istiridye, deniztarağı, denizkulağı falan. Sosa batırılıp ızgara yapılıyor, sonra tekrar soslanıp tabağa konuyor.
01 Ağustos 2008
Görgü elden gitmeden-3
Daha önce yazdığım serinin devamı.
Başlık yine aynı: Posterde şöyle yazıyor (İngilizcesi tam Japonca'ya uymuyor): "(Yüzeceksen) denizde yap."
Trene kapılara kapanacak anonsu yapıldıktan sonra atlayan, kapıya sıkışan, bu yüzden de trenin geç kalkmasına neden olanlar için. Bu olaylar oluyor ve insanı sabah sabah sinir ediyor.
27 Temmuz 2008
Japonya Aynu'ları yerel halk olarak kabul etti
Geçenlerde Hokkaido'da yapılan G8 toplantısından önce apartopar hükümet Hokkaido'daki Aynu topluluğunu yerel halk olarak kabul etti. Aynular dil, din ve görünüş olarak honushuu'daki Japonlardan farklı ve Japonlar Kore yarımadası üzerinden bu adalara göç etmeden önce buraların yerlisiymiş. Sonrası malum: asimilasyon. Bundan sonra ne olacağı tam belli değil. Karar daha çok Japonya'nın imajını kurtarmak için atılan bir adım olduğu için doğal kaynakları işletme, yoğun olarak Aynuların yaşadıkları yerlerde ek haklar verilmesi anlamına geliyor mu bilinmiyor.
Japan's Ainu hope new identity leads to more rights
24 Temmuz 2008
Japonya'da yaz
Tokyo Shinbasahi istasyonu önünde yaz festivali.
Geçen hafta Tokyo'da yağmur mevsimi bitti, artık "resmen" yaz geldi.
Ağustos sonuna kadar geleneksel yaz festivalleri yapılacak. Haftasonları havafişek gösterileri, gecelerde mahalli "bon" dansları, ufak shinto kökenli bayramlar...
Ağustos ortasında pek çok Japon için "obon" olacak, ölenlerin ruhları eve dönecek, dualar edilecek.
19 Temmuz 2008
Adaletin bu mu?
Aynı şey (benim aklımdan geçirmediğim) Japon vatandaşlığı için daha da zor.
Yabancı futbolcular ve sumo güreşçilerine iltimas geçilirdi zaten.
Ama en son şu olay iyice Japonya'da bu işlerın nasıl olduğunu gösterdi:
2004'te Japonya'da yaşamaya başlayan 68 yaşındaki Amerikalı Charles Jenkins, gecqen hafta, başvurusunu yaptıktan 2 hafta sonra, oturma iznini alıverdi. Nasıl oldu bu iş?
Charles Jenkins sıradan biri değildi tabii. Soğuk Savaş sırasında, hem de uçağıyla birlikte Amerikan ordusundan firar edip Kuzey Kore'ye sığınmış, 40 yıl orada yaşamiş, Japonya'dan kaçırıldıktan sonra K. Kore'de yaşamaya zorlanan Soga-san ile evlenmişti. 2004 yılında K. Kore'nin ayrılmasına izin vermesinden sonra Japonya'da yaşamaya başlamıstı. Bir ay ordudan firar cezasını Amerikan üstünde çektikten sonra sessiz bir hayat sürüyor şimdi.
Benim tahminim Jenkins'e bu iltimasın yapılmasının ardında K.Kore'nin kaçırdığı Japon ve G. Kore'lilerle ilgili verdiği istihbarat bilgileri olduğudur. Başka şeylerde olabilir tabii. Yine de haberi okuduktan sonraki "vay be" duygum geçmedi.
Deserter granted residency in Japan
10 Temmuz 2008
Japon tatlısı mı resim mi?
Tatlının dışı jöle, içi "shiro an", beyaz tatlı fasulye ezmesi. Yan taraftaki yaprak ortanca. Haziran ortancanın mevsimi olduğu için. Her mevsim için böyle bir yaprak ya da çiçek vardır eklenen.
08 Temmuz 2008
Komşuda neler oluyor?
Amerikan dana etinde deli dana hastalığı bulunduğu için bir kaç yıl önce ithal durdurulmuştu. Aynı şey Japonya'da da aynı dönemde olmuş, ete riskli parçaların bulaştığı saptanmıştı. (Omurga vb. gibi sinir sistemine yakın yerler.) Japonya bir süredir ithali serbest bıraktı ama Amerikalılardan 100% kalite beklediğini açıkça belirterek. Yine de arada bir Amerikalılar işi savsaklıyorlar. Kansans eyaletinde sırf Japonya ve Kore'ye et ithal eden çiftlikler olup, geçimlerini böyle kazanmalarına rağmen.
Kore'de hükümetin işi daha zor çıktı. Halk ayaklandı. Haftalardır hükümet ve Amerikan tarafına ödün verdiği düşünülen Başkan Lee Myung-bak istifaya çağırılıyor. G. Koreliler yapı olarak Japonlardan daha ateşlidirler. Grevler gösteriler mutlaka olaylı geçer. Bakalım işin sonu nereye varacak. Bush önümüzdeki günlerde veda ziyaretine geldiğinde iyi bir karşılama olmayacak.
Thousands in S Korea beef protest
07 Temmuz 2008
Görgü elden gitmeden-2
Daha önce yazdığım serinin devamı.
Başlık yine aynı: Posterde şöyle yazıyor: "Evde yap."
06 Temmuz 2008
Özürlüler için istasyonlardaki çaba
Özürlüler için asansörler arttığı için istasyonlarda bu manzara gittikçe azalıyor. Ne kadar asansör olsa da tekerlekli iskemleyi (akarabalar olmadıkça) indirenler yine de istasyon görevlileri. Gerçekten bu servis beni çok etkiler. Tek tek ilgilenirler bu durumla.
Bu arada resimdeki sarı bantlar tırtıklı olup görme engellilerin yolunu bulması için yapılmış.
01 Temmuz 2008
Japonya'da neden nüfus azalıyor?
Sorunun pek çok boyutu var, hepsi de birbiriyle bağlantılı. Bence iki büyük etken var: bireylerin değişen öncelikleri ve ekonomik faktörler.
Bireyselerin değişen öncelikleri konusunda, evlenmenin cazip olmamaya başlaması var. Özellikle bayanlar için. Çalıştıklarından elde ettikleriyle kendi başlarına buyruk bir hayat yaşarken, bir koca-aile-ev olayına pek sıcak bakmayanlar var. "Kim uğraşıcak şimdi." Kendi parasıyla özgürce yemeğe içmeye gitmek, yurtdışına gezmeye gitmek, arada bir 200,000 yenlik çantalar almak daha cazip. (Benzer temalar Bridget Jones's Diary'de de işlenmiş, gelişmiş ülkelerdeki benzer yaş yapısındaki kızlar arasında hit olmuştu. ) Bazısı kendi evine bile çıkmıyor. Bunlara "parazit bekar" deniyor. Evlenmeyi gerçekten isteseler de bu sefer zor beğenip seçiyorlar. 35'lerde evlenseler bile 2. çocuğun riski var, tek çocukta kalıyorlar. Erkekler evlenmeye daha sıcak baksa da, "beğenilmeyip" bekar kalanlar da var. Parazit yaşamayı seçenler de.
Ekonomik olaya gelince: çocuk yetiştirmekle ilgili herşey, sağlık giderlerinden özellikle eğitime kadar çok pahalı. 2 çocuktan fazlasıni etrafımda çok az gördüm. 2 çocuktan fazlası için büyük bir ev, büyük bir araba da gerek. Hepsinin üniversite de dahil masrafları var. Artık iş güvencesi de olmadığından bu gelirin hep olacağı da garanti değil. Aileyi desteklemek için kadın çalişsa ki, Japon kanunlarında doğum izni 1 yıl, bu sefer her yerde kreş yok, kreş de para. Japon toplumu aynı zamanda rekabet toplumu. Kimse kimseden geri kalmak istemez. Bu yüzden refah seviyesini yüksek tutmak mantıklı geliyor pek çok aileye.
Not: Refah artarken, 90'ların başına kadar, herkes refahtan pay alabiliyordu. Alınacak pay azaldıkça "başarılı olanlar" ön olana çıkıp, daha büyük pay almaya başladı. Eşitliğin bozulmasıyla beraber "tutunamayanlar", "geride kalma-bırakılma" duygusu, hayal kırıklığı hissediyor. Sisteme, topluma karşı hissettilen bir öfkeye dönüşebiliyor. Bu da geçen haftaki konuda biraz değindiğim konuydu.
30 Haziran 2008
Bel ölçülerimize dikkat!
OECD ülkeleri içinde obesite oranı oldukça düsük olan Japonya'yi bu önlemi almaya iten neden, yaşlanan nüfusun ileride çok daha fazla artacak sağlık giderlerini kontrol altına alma isteği.
Erkeklerde 85cm ölçüsü aslında oldukça dar. Türk erkeklerinde 35 yaş üstünde 85'i tutturmak zor değil mi?. Bu oranların yabancı çalışanlar için de bu şekilde uygulanıp uygulanmayacağinı merak ediyorum doğrusu.
Öte yandan, sağlıklı yaşam için gosterilen çabanın calışma alışkanlıklari ve saatleri için de gösterileceğini umuyorum.
Japon yemekleri sağlıklı diye bilinse de pek çok çalışan plastik kaplardaki "obento"ları alır. Bu kutu yemekler güzel gözükse de kızartmalar çoktur. Sebze azdır, taze sebze hiç yoktur. Evden eşlerinin pişirdiği sefer tasında yemeklerini getirenler çok olsa da gecenin bir vaktine kadar çalışanlar en az bir öğünü mecburen dışarda yer ya da hazır bento alır. Saat 10'dan sonra dönen insanın yürüyüş ya da idmana vakti de olmaz.
Yakında yine "shouganai" denir. "Bizim hayatımız böyle."
Japan, Seeking Trim Waists, Measures Millions
Metabolic Syndrome
29 Haziran 2008
Softbank iPhone'u kopardı
SoftBank'ın reklamlarda çıkan baba-hoca tam sayfa ilanda şöyle diyor: Kötü, gerginleşmeye başladım. (Rekabet kızıştı, artış hızında bir numara diye.)
iPhone, her fonksiyonu olan, o 12 tuşla rahatça Japonca yazılabilen, TV seyredilen yerel modelleri sollayabilecek mi göreceğiz. SoftBank iPhone'u piyasanın sahibi NTT DoCoMo'ya kaptırmadığı için çok memnun olmalı.
24 Haziran 2008
Japonya'da toplum sağlığı - 1
Yine
Yomiuri'deki "Overwork-related suicides climb" başlıklı yazıya atıfta bulunacağım.
Tüm verilen rakamlarda dikkatimi çeken bölüm intiharlarda "işle ilgili nedenler": 30% iş nedeniye yorgunluk, 23% iş ortamındaki sorunlar, 17% başarısızlık-hata yapma, 12% iş koşullarındaki değişiklikler, 18% diğer.
Bu sorunların hepsini gözümde canlandırabiliyorum. Depresyon nedeniyle 3-6 ay izin alanlar etrafta o kadar çok ki! Çoğunlukla çaresizlik ağır basar: ne yapsan bitmeyen iş, toplumun statü ve materyal değerlere verdiği ağırlık, erkeklerde 35 senelik ev borcu, iş ortamında çözümlenmeyen çatışmalar-alaylar.
Şu anda iş yerlerinde bu konularda iyileştirme yapma çalışmalarını gözlemlemiyorum. Yabancı şirketlerde, o da bazılarında, çalışma zamanını sınırlama, sözlü ya da fiziksel tacizi engelleme şirket politikası var gerçi ama, çoğunluğu olusturan Japon şirketlerinde konu çok gündemde değil.
Gündeme hakim olan duygu, her zamanki gibi, "kaygılı kayıtsızlık": "elden birşey gelmez", "shouganai."
23 Haziran 2008
Japonlar içecekte fırsatları hiç kaçırmaz
Bu sefer InfoKapital'de "Ekonomik darlıkta yaratıcılık ve fırsatlar" konusunda yazdım.
Yorumlarınızı yine beklerim!
20 Haziran 2008
Orhan Pamuk ve Kenzaburo Oe'nin söyleşisi
18 Haziran 2008
Japonca bilenler için Japonya'da çalışmak zor mu?
17 Haziran 2008
Japonya özlenir mi acaba?
Geçen ay Türk üniversite arkadaşlarımdan biri New York'a göç ediverdi. Işte onun kaleminden ilk izlenimleri. İngilizce klavyeyle yazmış, değiştirmeden aktarıyorum:
Japonyadaki 8.5 senem de bir solukmus sanki, soyle geriye bakinca. Iki hafta oldu tam, Japonyadan ayrilali.
Ozlemedim hic. Beynim hala Japonyayi geride birakmis oldugumun farkinda degil, icsellestiremedim henuz. Ne diyorsunuz siz Turkler, dank etmek? Tatildeymisim gibi sanki, ya da bir is gezisinde. Sanki yarin ucaga atlayip donecek, havaalaninda onumde egilen yer hosteslerini gorup, eve geldim diyecekmisim gibi.
Eger hala haberiniz yoksa Amerikaya, New York'a tasindim (tasindik) demek icin yaziyorum. Ama daha cok, kendime "bitti", demek icin. Sen bu mektubu okurken ben cok uzaklarda olacagim sevgili Japonya.
Ayrilmadan once cok sorulan bir soruydu, neyi ozleyeksin en cok. Cevap veremedim. Insan ozlemeden ne ozleyecegini nereden bilsin. Cok sevdigim seyler var mesela asla Japonya disinda bir yerde bulamayacagim. Ama onlari ozlermiyim, bilmiyorum.
Alisveris merkezinde alinan en ufak bir seyin bile 5 karat elmas almisin gibi ozenle paketlenip, prensese tac takilir gibi paketleme islemi sonunda bana sunulmasini ozler miyim acaba? Farkettim de paketlemek diye bir sey yok Amerikada. Aman fisini atma, geri vermek istersen fissiz kabul etmeyiz. Sirketten birisi de ovunerek anlatiyor. Luis Vittondan bir sey almis, bir sene fisini atmamis, etiketini de cikarmadan giymis. Bir sene diyorum, bir ay degil. Sonra gitmis ben bunu begenmedim diye geri vermis. Iyi haltettin seni gidi cingoz Amerikali seni.
Restoranda, tabagimda oturan balik, sebze ve sairenin bir tablo gibi yemeye kiyamacagim kadar guzel bir sekilde aranje edilmis olmasini ozler miyim acaba? Farkettim de Amerikada yemegin altindaki tabak gorunurse insanlar kendilerini kazik yemis gibi hissediyorlar. Illa dolu dolu olacak o tabak. Balik buyuk degilse, ottur, patatestir, cipstir bir suru kalabalik tabakta. Yemek tabagi degil Mumbai'da paza yeri.
Postaneyi arayip, kutu gondericem gelin alin dememle ayni gunun aksami postacinin kapimda olmasini ozler miyim acaba? Farkettim de Amerikada postaneye kadar yurumem gerekiyormus. Ne geri kalmis yer bu boyle. Timbuktudamiyiz ayol.
Tuvaletimdeki dugmelerin araba yikama yaglama servisi gibi beni yikayip, kurutup, isitmasini ozlermiyim acaba? Farkettim de Amerikada...Tadinda birakalim...
16 Haziran 2008
Depremde erken uyarı
Basında da çiktı, erken uyari sistemi kullanıldı. Ben de TV'de duydum. Şaşırdım da.
Ama bu deprem büyük bir şehirde olsa yine de felaket olabilirdi. Erken uyarıyı insanın duyması, idrak etmesi ve harekete geçmesi için gerekli süre oldukça uzun. İnsan donup kalıveriyor.
Haberler:
MyNet
HaberTürk
13 Haziran 2008
Japon çerezlikleri bizde biliniyor mu?
Bu konu biraz bizim yeni şirketle ilgili. Merak ettiğim bir konu:
Japonya'daki çerezlikler bizim Ist.daki evde ve arkadaşlar arasında oldukça popüler. Tuzlu olanlar yağlı değil, bazen kuru balık, yosun ya da sebze gibi minerali yüksek eklemelerle doğal tadında. Tatlı olanlar şekeri az, meyve ya da sebze aromalı.
Resimde soldakiler tatlı, sağdaki, gördüğünüz gibi tuzlu-acı. Tuzlu-acı olan "uma kara kaki-pi", yani çok lezzetli-acı kaki peanuts. "Kaki no tane" pirinçten yapılan, soya sosu eklenen Japonya'da çok çok popüler bir çerez. Kaki, yani Trabzon hurmasının çekirdeği biçiminde yapıldığı için bu isimle anılır.
En soldaki ekşi tuzlanmış Japon eriğinin tadında, içi yerfısığı. Ortadaki benim en sevdiğim "maccha" (yeşil çayın toz haline getirilmişi) kaplamalı. Onunda içi
yerfısığı. Tadı hafif tatlı-yeşil çay acısı.
Türkiye'de biliniyor mu bunlar?
11 Haziran 2008
Dağ Tanrısı
Santory Japonya'daki en büyük içecek şirketlerindendir.
Reklamda iki slogan ilgimi çekti:
Sağ alttaki Tennen Sui: Doğal, saf su. (Ten aynı zamanda gök için kullan bir karakter)
Sol yandaki yazı: İnsan eliyle yapılamaz, Dağ Tanrısı'nın armağanı.
Japonların doğada milyonlarca tanrı olduğuna dair inançları reklamda güzel ifadesi edilmiş.
07 Haziran 2008
Japonlarla el sıkışırken göz göze gelmek
Japonlarla el sıkışırken göz göze gelmeyin uyarısı başlıklı bir yazı gözüme çarptı.
Haberde belirtilen rehberde verilen öğütlerden bazıları doğru ama bazıları değil. Bu rehberi yazan gerçekten Japonlarla iş yapmış mı, yoksa özellikle batıda çok yaygın "Japonlara iş yapma" ile ilgili 20 yıl önce yazılmış kitaplardakileri mi özetlemiş merak ettim doğrusu.
Benim yorumlarım şöyle:
Japon muhataplarla el sıkışırken göz göze gelmekten kaçının: Bu doğru değil. Yalnız genç değil, pek çok orta yaşlı Japon özellille yabancılardan samimi ve kuvvetli bir el sıkma bekler. El sıkışma adetinin aslında olmadığını da belirtmeliyim.
Derin nefes alıyorsa görüşme olumsuz: Bunu ayarlamak ve anlamak da zor.
Yaşa ve ağarmış saça prim verir. Japonlar yaşa ve ağarmış saçlara prim verdiğinden, müzakere heyetinde mutlaka kıdemli bir firma temsilcisi bulundurun: Bu tamamen iş yapılacak sektöre, karşı tarafın şirket kültürüne göre değişir, genelleme yapılamaz. Tam ters etki de yapabilir.
03 Haziran 2008
Bu adamlar neye bakıyor?
Bu adamlar ellerinde zoom mercekli kameraları ve tripodlarıyla sevdikleri model trenin o istasyondan geçmesini bekliyorlar. Özellikle hafta sonları çok yayındır.
Tren meraklısı çok. Bazıları Japon Demiryollarının zaman-model çizelgelerini neredeyse ezberler. Demiryolu müzeleri vardır. Gösteri amaçlı buharlı trenler bazen çalışır, insanlar bşnmek ve görmek için kuuyruğa girer.
29 Mayıs 2008
Japonlar'in çok tatlı olmayan yanları
Her ne kadar konu başlığı genelleme gibi dursa da amacım tabii bu değil.
Bahsetmek istediğim konu genellikle Japonya'da yaygın olan bir davranış şekli. Çok belgelenmiş, konuşulmuş olsa da başıma gelen bir şey olduğu için aktarmak istedim.
Geçen sene bir konuyu şirket içindeki bir başka bölümle görüşüp karara bağlamak gerekiyordu. Bir kaç ay boyunca konuştuk, sorunları ele aldık ve bir karar vardık. Öbür tarafın konunun çözümünde çok rahat olmadığını hissediyordum, ama karşılıklı fedakarlık yapmamız gereken bir durum vardı ve çözüm başka türlü mümkün değildi. Sonunda anlaşıldı. Detaylar karara bağlandı. Ve uygulamaya geçildi.
Aradan bir kaç ay geçince bazı söylentiler kulağıma çalındı. Meğer karşı takımın müdürü alt kademelere bir şey aktarmamış. Görüşmelere katılan temsilcilerden biri de toplantılarda çok ılımlı ve işbirliğine hazır gibi dursa da benim takım aleyhinde atıp tutuyormuş, kendilerinin büyük ödünler verdiği ve bizim takımın yan gelip yattığını söylüyormuş. Madem öyle düşünüyordu, neden görüşmelerde tam karşıt izlenim verecek şekilde davrandı ve karar katıldı?
Turist rehberleri de aynı şeyi söyler: Japonların en zor grup olduğunu. Çünkü gezi sırasında çok güler yüzlü ve halinden memnun gibi görünenler Japonya'ya döndükten sonra buradaki tur operatörlerine şikayet mektupları yazıp ne kadar aksaklık varsa sayıp dökerlermiş. Gezi sırasında aksaklıklara işaret etseler Türkiye'deki operatör de önlem alıp dikkatli olabilecek halbuki.
Anlaşmazlık durumunda (herkes değil tabii) olabildiğince çatışmadan uzak kalmaya çalışan insanlar bunlar. Bilinçli bir iki yüzlülük değil bu. Tartışma ortamına alışık değiller. Olabidiğince zahmetli ve can sıkıcı durumu atlatmayı isterler pasif kalarak. Ama elde ettikleri en iyi sonuç olmaz tabii. Kolaycı ama işi çok zorlaştıran bir tutum.
27 Mayıs 2008
Görgü elden gitmeden
Posterde şöyle yazıyor: "Evde yap."
Resimde görülen şey gerçekten oluyor. Kızların bu kadar ince işi sallanan, fren yapan trenlerde nasıl yaptığını anlamış değilim. Tam oturmuş.
Bu "trende görgü kuralları" serisinde bacaklarını olabildiğince açmış, manga okuyan, içecek kutularını yerlere atmış 2-3 kişilik yer kaplayan bir genç resmi olan da var. Aynı slogan: "Evde yap."
Her nesil, kendinden sonra gelenleri beğenmez, "görgü terbiye elden gidiyor" der. Ama Japonya'daki görgü erözyonu gerçekten gözle görülüyor. Ne ekersen onu biçersin. Bubble ekonomisi sırasında feci şımartılan, para gücüyle terbiye edilen, bir dediği iki edilmeyen ama sevgisiz büyümüş çocuklar bunlar.
23 Mayıs 2008
Ah o saf 70'ler
Bazen bu blog'da Japonya dışında konulara değinmeyi de seviyorum. Hayat yalnız Japonya'da dönmüyor tabii.
Geçenlerde PowerTürk'ün Nostalji adında internette bir radyosu olduğunu farkettim. Dinleyip duruyorum. Çocukluğumu hatırlatıyor. Ömür Göksel'in 45'likleri evde dinlenirdi. Bu şarkısını duymamıştım: Umurumda mı Dünya.
Buram buram 70'lerin gerçekleri kokan dizelerde ("Sigara bulmak çok güçmüş/Amerika Rusya'ya küsmüş") günümüzde de geçerli olan yerler, özellikle şu dizeler çok hoş:
umurumda mı dünya?
sen varsın ya!
umurumda mı dünya?
sen varsın ya!
sular hala akmıyormuş
yolları çöpler doldurmuş
piyasada benzin yokmuş
sen varsın ya!
bu boguşmak neye yarar ki?
kime kalmış dünya sanki
dert edinmem hiçbirşeyi
sen varsın ya!
Doğrudan bu dizelerle olmasa da, son dört dizeyi birine söylediğinizi, ya da size söylendiğini düşünün...Yalnızca düşünün.
22 Mayıs 2008
Bir makinadan bu kadarı beklenir mi?
Geçen sene Japonya Otomatik makina cenneti başlıklı bir yazı yazmıştım. Gerçekten Japonya'daki bu tür şeyler hala beni (bile) şaşırtıyor.
Geçenlerde bir gezide bu makinayı gördüm. Dondurulmuş yiyecekleri 3-4 dakikada ısıtıp veriyor. Üst sol baştan başlamak üzere yemekler şöyle:
Tako yaki (=ahtapot kebabi, Osaka'ya has bu yemek harcın içine kesilmiş ahtapot bacaklarının konup yavaşça bu iş için özel yuvarlak demir kalıplarda pişmesiyle yapılıyor), yaki soba (=erişte ya da noodle tava?), chashu (soğuk domuz haşlaması) ve yaki onigiri (ızgara pirinç köftesi), kızarmış tavuk ve patates, tavuk kızartması, yaki onigiri, patates kızartması, Shechuan usulü tofu ve pirinç.
Ben kızarmış tavuk ve patates yedim, yağı az ve üstelik lezzetliydi.
Japonya işte.
16 Mayıs 2008
Web'de kelimelerin ötesine geçmek
En zoru içerik oluşturmak, hem de 3 dilde . Şirketin gerçekleşmesi zamana yayılan bir vizyonu ve planları olunca, şu aşamada kime ne söylemek gerektiğine karar vermek bir iki "beyin fırtınası" oturumunu gerektirdi. Sonra M. Masato Japonca'ya, ben de İngilizce'ye çevirdik. Ama Japon ve ana dili İngilizce olan arkadaşların fikirlerini almayı ihmal etmedik. Cümleleri düzelttik. Japonca en zoru oldu, tahmin edilebileceği gibi. Nedeni şöyle:
Her dilin bir tınısı, melodisi var. Salt tercümeyle o tınıyı yakalamak gerçekten zor. Bunun da ötesinde kelimlerin taşıdığı izlenimler, imaj ve alt-anlamlar var. Mecazlar ve değimlerin uygun kullanımı o kültürün içinden olunca yerine oturuyor. İnsan ilişkileri içinde bunların önemi büyük. Anlam karşı tarafa ulaşsa bile nasıl bir izlenim bırakıyor? Güveni ve beraber bir şeyler yapma isteğini uyandırıyor mu?
Sonuç olarak Japonca gibi, sosyal yapıya, insan ilişkilerine çok değer veren bir ülkenin dilinde cümleleri yerine oturtmamız gerekti. Türkçe ve İngilizcedeki doğrudan tercümeden farklı da olsa, Japon okuyuca istediğimiz imajı vereceğinden emin olduğumuz cümleleri seçmeye çaba gösterdik.
Web sitesindeki şifeyi kaldırdık.
InfoKapital Incorporated K.K. internette de doğmuş oldu!
Ortak Renkler Google'da Bir Numara!
2 seneden fazladır sürdüğüm bu blog, kısıtlı da olsa sadık bir okuyucuya ulaştı. Herzaman herkese sık yanıt veremesem de olabildiğince devam etmeye çalışıyorum.
Bu arada iki yeni projem var. Şirket işlerinden bağımsız, hobi olarak devam etmek istediğim:
Commoncolors.net altında "Orada Bir Yer" blogu. Japonya dışındaki gezilerimi buraya aktardım. Hedefim kafayapısı, bakış açısı benzer, Türkçe arkadaşlara yazarlığı açmak. Kendi kendine bir siteyi devam ettirmek zor, sürekli geziye gitmek ve yazmak da. Ama arada bir de olsa pek çok insan gezilerini yazsa harika bir site olur diye düşünüyorum.
Commoncolors Project kod adıyla anılanacak şimdilik. Yine Commoncolors.net içinde bu sefer İngilizce, gezinin biraz ötesinde, dünya kültürlerini gözlemleyen, şahitlik yapan, yalnızca yazılı ortam ile kısıtlı kalmayıp görsel ve sesli medyayı da kullanan bir katalog-site. Bunun oluşması zaman alacak, çunkü insanlara ulaşmak, sonra sinerjiyi yakalamak falan hızla olan şeyler değil.
14 Mayıs 2008
Japonya'da şirket kurarken - 2
İkinci aşamaya geçmek için günleri ayarladık. Bu sefer de cebimizde makbuzumuz, çantamızda onaylanmış tüzüğümüz, paramız, Adalet Bakanlığına bağlı bölge Hukuk İşleri Bürosuna gittik. Bizim gittiğimiz büro Tokyo'da yabancıların pek takılmadığı bir bölgede olsa gerek, tabii işlemleri yapacak amca yine bizi görünce biraz dumur oldu. Şöyle bir göz ucuyla baktı. Gerekli belgeleri sıraladı, yani "bunlar bunlar tamam mı bakalım ki buraya geldiniz?" der gibi.
Biz de kağıtları falan çıkardık. En önemli şeyler, tabii onaylı tüzüğün yanında, kendi kişisel mühürlerimiz (inkan), mühürün sahipliğin, kanıtlayan belge (inkanshoumeisho) ve şirketin mühürleriydi.
Hatırlatmak isterim ki Japonya'da resmi işlerde imza değil, mühür kullanılır. İlk geldiğimde banka işlerinde oldukça zorlanmıştım. Bu yüzden mühürler çok önemli.
Amca herşeye şöyle bir baktı. Artık güveni gelmişti, çünkü herşey tamamdı. İşlemi resmi olarak başlatması için gerekli pulu almak için bizi karşı binadaki pulcuya gönderdi. Pul (evet inanması zor ama) 150 bin yen (1500 dolar civarı) değerindeydi. M. Masato "aman dünyanın en pahalı pulunu kelebek gibi tut" derken, benim derdim pulu bir yere yapışmadan aynı zamanda da rüzgardan uçmadan yerine ulaştırmaktı. Neyse kazasız pul yapışması gereken yerlere yapıştı. Kişisel mühürler basılması gereken 5-10 yere basıldı (mesela sayfaların kenarlarına da yarım olarak - nedense.)
İki gün sonra işlem tamamlandı. Resimdeki en altta yer alan belge sirketin kuruluş sertifikası (tohon), üsttekiler de sirket mührünün kayıtlarıyla ilgili.
Artık resmi olarak şirketimiz kuruldu.
2 ay içinde vergi dairesine kayıt yaptırmak ve süresi içinde ikimizden mevcut yönetim kurulunu toplamamız gerekiyor.
(Arkası var...)
09 Mayıs 2008
5 Mayıs Çocuklar Bayramı
Bayramın tam olarak Japonya'da ne zaman başladığı ve kökenleri tam olarak bilinmiyor. (Her özel günde olduğu gibi) Çin'de ay takviminde 5. ayın 5. gününde kutlanan bir Ejderha Kayıkları Yarışması Festivali varmış. Kökende bir benzerlik olsa da Japonya'da 1948'den beri resmi olarak Çocuk Bayramı. Aslında çocuk dense de geleneksel olarak uygulanması "erkek çocuklarının bayramı." (3 Mart kız çocuklarının.)
Erkek çocuğu olan evler her bir çocuk için bir tane cubuğa ya da iplere bir koi (sazan?) maketi takıp rüzgarda dalgalandır. Buna "koi nobori" (koi tırmanışı) denir. Koi nehirlerde akıntıya karşi yüzen bir balık olduğu için erkek çocuklarınin sağlıklı ve dayanıklı olmasını temsil eder. Evlerde bugün için dolaplardan çıkartılıp sergilenen bebek setinde mutlaka yer alan samurai kaskı ve Kintaro da yine aynı kavramları simgeler. (Kintaro, Heian döneminden gelen çocukken çok güclü olduğu rivayet edilen bir kahraman.)
Mayıs'ın bu zamanlari hava nemsiz, rüzgar hafif serince eserken evlerin balkonlarında, bahçelerinde koi yüzer durur. Çocukların artık çok doğmadığı ve seslerinin azaldığı bir ülkede hala biraz umudun var olduğunu hatırırcasına.
(Japonca bu sitede başka resimler bulabilirsiniz:)Koi nobori no mame chishiki
02 Mayıs 2008
Peki bu şirket ne yapacak?
Herşey sırayla. Web sitesini açtığımız zaman size de kendi cümlelerimle ne yapmak istediğimizi yazarım. Şu anda web'i, stratejimizi, ilk adımlarımızı ve kalan bürokratik işlerimizi toparlamaya çalışıyoruz.
Biraz sabır:)
01 Mayıs 2008
Japon renklamlarının absürd'lüğü
Japon reklamları kendi içinde Japonlar için anlamlı olan, ama yabancılar için alışık olmayan konular, göresel ögeler içerir. Japonlar için reklamlar bir duygu uyandırma aracıdır: alışma, özlem, şaşırma, yakınlaşma, özdeşleşme vb. Çoğunukla komik. Ve hatta absürd. Ürünün kalitesi, fiyatı ve özellikleri çoğunlukla anlatılmaz ya da öne çıkarılmaz.
Bu yazıdaki resimler köpek maması ya da ev reklamı değil. Softbank mobile'ın reklam serisi. Softbank Yahoo Japan da dahil olmak üzere pek çok şirketin, bu cep telefonu şirketinin de sahibi. Vodafon Japon pazarından çekilince şirketi devralmıştı. Son zamanlarda pazar payını en fazla büyüten cep telefonu şirketi oldu. Gençler için çekici dizayn ve fiyat politikaları etkili oldu bu büyümede. Vodafon, Japon tüketicisi için bir anlam ifade etmeyen ama "global" telefonlarını satmak için ne uğraşmıştı oysa!
Bu reklam serisinde evin babası bu beyaz köpek, öğretmen. Ailenin kızı Softbank'ta çalışıyor. Anne bir okulda müdüresi, abi de (yine nedense) zenci.
Sol baştaki en sevdiğim reklamda baba uzuuun bir Japonya turu yapar; birşeyleri, onu bir yerlede bekleyen birini beklerken evden telefon gelir, eve döner. Tema; 24 saat aile içi konuşma bedava.
İkincisinde, baba okulda bir öğrenciyi cep telefonu kullandığı için azarlarken ve öğrenci ucuzluğa dayanamadığını anlatırken müdüre hanım gelir ve "eğitim azarlamakla olmaz" der. Yanıt "peki hanım", "okulda müdüre hanım diye çağır", "peki". Eve gelince "yemek ne zaman hazır olur müdüre hanım?", "evde müdürü falan bırakalım". "Uf çok karışık..."
Alttakinde oğul babayı yıkarken Softbank'ın fiyatlandırmasını anlatır. Su çok sıcak gelir! (O kadar.)
Bilmem bu yazının başlığını neden böyle koyduğumu anlatabildim mi?
27 Nisan 2008
Japonya'da şirket kurarken - 1
Geçen yıl şirket kurmaya karar verdiğimiz zaman, bir arkadaşın tavsiyesiyle babacan bir vergi uzmanı bulmuş ve ziyaretine gitmiştik. Lafı uzatmadan ne istediğimizi anlatmış ve bize yardımcı olmasını istemiştik. O da kaba taslak bir hesap yapmış ve kendi ücreti de dahil olmak üzere bu işin bize 350 bin Yen'e patlayacağını söylemişti. Buna şirket için ortaya koymamız gereken öz sermaye (kapital) dahil değildi. (Japonya'da anonim şirket kurmak yeni kanunlara göre 1 Yen gerektiriyor. Ama aslında masraflar vb. düşünülünce bu ancak kağıt üstünde olası.)
Sonra biz dökümanları bir araya getirip de işi ciddileştirmeye başlayınca amca birden bir email gönderip yeniden hesap yaptığında işin 500 bin Yen'i bulacağını anladığını söylemişti. Ben de kibarca ortağımla bu masrafı konuşmam gerektiğini söylemiş ve bu işten vazgeçmiştim. Açıkçası bu yanıt hiç Japonca ve profesyönel gelmemişti.
Sonra M. Masato'yla uzun uzun konuştuk ve bu işi, yani şirket kurma işlemlerini kendimiz yapmaya karar verdik. En büyük engel, ya da göz korkutan şey, aslında mevzuatı tam bilmememizdi. Malum bizim Türkiye'de de diğer ülkelerde de bu işlerin dili bile karışıktır. İnsan bezer ve "bir bilene" yani avukata falan verir. Ama M. Masato bu işi kendi kendimize yapabileceğimize ikna etti beni.
Web'deki bilgiler, bazı Kobi destek merkezlerine ziyaretler falan...Sonuçta yapılması gerekenleri anladık ve en önemli belgeyi, şirket tüzüğünü kendimiz hazırladık.
İlk resmi işlem bu tüzüğün noterce onaylanmasıydı. Bir sabahın dokuzunda Tokyo'da Shinbashi tarafındaki bir noter bürosundaydık.
60'ının üstündeki noter ve yanındaki (Japon Office Lady-OL usülü) bayan çalışanlar için unutamayacakları ve arkadaşlarına anlatacakları bir gün olsa gerek: İki yabancı kapıda ve işlem yaptırmak istiyor. Zavallılar şaşkınlıktan dumur oldular! Oldukça alışılmadık birşey olmalı. Acaba ne istiyorlar, Japonca konuşuyorlar mı, falan.
Bu dumur durumunu atlattıklarında bizim dökümanların tamam olduğunu, niyetimizin ciddi olduğunu, Japonca konuştuğumuzu, hatta okuduğumuzu ve herşeyin normal seyrinde gidebileceğini anladılar. İşlemlerin gerisi kolayca bitti.
Noter amca bizim zararsız ve iş bilen olduğumuza inanmış olmalı ki, kağıtlarımız onaylandıktan ve makbuzlarımız kesildikten sonra yanımıza yaklaştı ve Fransız olup olmadığımızı sordu. (Neden Fransız?? Pek çok Japon Türkçenin kulağa Fransızca gibi geldiğini söylediğini hatırladım.) Türk olduğumuzda ufak bir dumur daha geçirdi. Ofisteki bayanlar fısıldaştı, kikirdedi. Ve biz derin selam vererek kapıdan çıktık.
Cebimizde makbuzumuz, çantamızda onaylanmış tüzüğümüz vardı. İlk aşama sorunsuz bitmişti. Bundan sonrası Adalet Bakanlığına bağlı Hukuk İşleri Bürosuna gitmekti.
23 Nisan 2008
Üniformalar ve kimlik
Yukardaki resim Shinjuku istasyonundan. Bu kostümlü kız modaları Japonya'da insani ilk şaşırtanlardan. Gerçek üstü bir masal dünyasından çıkmış erotik prensesler. Anime kahramanları gerçek hayatta gibi.
Japonya resmi olsun olmasın bir üniforma cenneti. Bugün bu konuyla ilgili harika bir yazı okumuştum. Uniforms and Uniformity başlıklı yazıdaki şu paragraf ilginç:
In some ways uniforms nowadays actually turn their original concept on its head in the sense they are often being worn as an expression of individuality and identity, albeit associated with a group.....The question of personal identity relates more to which group one identifies with, and which group one has rejected, rather than being 'groupless.'
İşte fotoğraftaki olay.
20 Nisan 2008
Dış baskı sonucu Enka dinleyenler arttı (mı ne!)
Jero'nun blog'unda dünden bugüne programla ilgili 93 yorum vardı.
TBS'in müzik listesi programında ilk defa bu kadar Enka ilk 20 deydi. Jero'nun Okyanus Karı-Umi Yuki'si 10. sırada, 8 haftadır listede.
Ganbatte Jero!
17 Nisan 2008
Singapur'un enerjisi
Sizler benim sakura resimlerine bakarken ben geçen hafta Singapur'daydım. Her ziyaretimde çok beğendirim, hatta yaşanacak yer diye düşündürüm (yok aslında Japonya'dan şikayetim, ama insan bazen düşünüyor işte.)
Singapur 2007 verilerine göre nüfusu 4.5 milyondan fazla olan bir ada devleti. Yaklaşık 1 milyon yabancı da bu rakama dahil. %70 den fazla Çinli, %13'u Malay, %9'u Hintli, gerekalani da diğer etnik gruplar. Bu nüfus yapısıyla Singapur ufak bir Birleşmiş Milletler gibidir her zaman. 1963'te Ingiltere'den, 1965'te de Malezya Birliği'nden bağımsız olan ülke, kişi başına düşen milli gelirde ilk 20'ye girdiğinden, zenginler arasında sayılıyor. Sokaklarda büyük bir enerji var, şehir uyumuyor.
Singapur aynı zamanda bir yasaklar ülkesidir. Sokakları kirletmenin, içkili araba kullanmanın para cezaları çok ağırdır. Basit şeyler için binlerce dolar ödetirler. Uyuşturucu bulundurmanın cezası ise kesin idamdır, ülkeye tüm giriş formlarında yazar. Yani temizliğin, guvenliğin ve düzenin bir bedeli var.
Singapur gezilecek bölgelere ayrılır. Orchard Road, devasa alışveriş merkezlerinin dizildiği cadde. Little India ve China Town birer şhir içinde şehir. Arab Street, büyük ve göz alıcı Sultan Camii'nin olduğu yer. Sentosa, Singapur'a bağlı 5km2'lik dinlenme ve tatil adası. Kumsallar, oteller ve değişik temalı parklarıyla (mesela Kelebekler Parkı, (pembe) Yunus Lagunu, Akvaryum) iyi bir sayfiye yeri.
Fazla bilinmeyen Singapur'a özgü kavram ve terimlere değinmek istiyorum:
- Peranakan, Baba-Nyonya: 15. yy'dan sonra Maley yarımadası ve Endonezya'ya yerleşmiş Çin kökenlilere verilen adlar. Baba erkekler, Nyonya bayanlara denir.
- Hawker centre: Dişarda, satıcıların toplandığı alanlardaki yiyecek satan dükkanlar. Malezya ve Singapur'da çok yaygındır, ucuz ve (herzaman öyle gozükmese de) temizdirler.
- Aslan başı: Singapur'un sembolüdür. "Singa Pura", Aslan Şehri demektir.
- Singlish: Singapur'luların konuştuğu İngilizce. Yerel kelimelerin, telaffuzların karısmasıyla insanları bazen anlamak çok zor oluyor. En basitinden cümlelerin sonuna bir "la" ekleyiveriyorlar. "I will take you to Little India-la!"